Söyleşi
Pencereyi Kapat    Sayfayı Yazdır   
Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cuma Bayat ile Türkiye'de vakıf üniversitelerini ve yeni projelerini konuştuk.
Türkiye’nin geri kalmasındaki en önemli etken bir buçuk milyon gencin yüksek öğrenim haklarının ellerinden alınmasıdır.
Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cuma Bayat’ı Türkiye’de Vakıf Üniversitelerini ve Beykent Üniversitesi’ni konuşmak üzere makamında ziyaret ettik. Yenilikçi ve iddialı bir yönetim anlayışına sahip olan Sayın Bayat’ın son derece renkli kişiliği de röportajımıza yansımıştır.

Bilge Demirkazan- Biraz sizi tanıyabilir miyiz: Bayat soyadı nereden gelmektedir? Nasıl bir eğitimci ve yöneticisiniz?

Prof. Dr. Cuma Bayat - Soyadımdan başlayalım isterseniz. ‘Bayat’ soyadı Türkiye’de pek kullanılmıyor. Bunun sebebi Türkçede sonradan anlam olarak değişmesi. Yani yeni Türkçede ekmekte bayat dediğimiz gibi hoş bir anlam taşımaması değiştirmelere yol açtı. Sülale aslında geniş ama aynı akrabada mesela kardeşlerden birinin soyadı Kızılay birinin soyadı Bayat bunlara kadar gitmiştir. Ama biraz ilerilere kadar gidip biraz araştırdığımızda görüyoruz ki Orta Asya’dan kalkıp buralara kadar gelen uygarlıklar kuran Oğuz Türklerinin en büyüklerinden birisinin Bayat kolu olduğunu görürüz.

Aynı zamanda, Bayat kelimesinin Göktürkçeden geldiğini bugünkü anlamında değil de ‘devletin sahibi’ anlamında olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan Bayat kolunun yüzyılları aşan göç sırasında Kerkük ve Anadolu’ya İran ve Türkmenistan üzerinden geçişleri sırasında çeşitli anlamlar kazanmış. Beyaz anlamında da kullanılabiliyor. Anadolu Türkçesinde iyi bir anlam taşımadığı için de yavaş yavaş kaybolan bir soyadı haline gelmiştir. Ama biz bu bilinçte olduğumuz için Orta Asya’dan buraya kadar gururla taşıdık. Bu konuda size bir anımı anlatayım.

Türkmen Cumhurbaşkanının kuruluşunun II. yıldönümü kutlamaları daveti üzerine Türkmenistan’a gitmiştik. Orada gezerken sokakta tanıştırdıkları zaman baktım halktan birisi bana sarıldı ‘A bu bizim Bayatlardan mı Türkiye’ye gitmiş!’ diye. Bayatlılar Türkmenistan’da yoğun şekilde yaşıyor. Türkiye’de de baktığımızda Kayı Boyu ile Osmanlıyı kurmuş boylardan birisi. Türkçe değiştikçe yavaş yavaş Bayat soyadı taşıyan insanlar azalmış ama Afyon ve Çorum illerimize bağlı Bayat ilçeleri, Sinop ili Bayat köyü gibi yerler kalmış.

Şimdi sizin eğitimci kimliğiniz üzerine biraz konuşalım.
Ben Anadolu’da Ağrı’ya bağlı küçük bir kasabada doğdum. Ben şanslıydım zamanımda orada ortaokul kuruldu. İnsanlar genelde ilkokuldan sonra okumazdı, çiftçilikle uğraşırdı. Yakın akrabalarımdan biri öğretmendi, öğretmenlik yaparken beni de okula götürürdü. İlkokula başladım böylece. Daha sonra ortaokul açılınca bana normal süreden iki yaş küçükken bir diploma verdiler ve ortaokula başladım. O sırada 1950-60 yılları arasında dışarıdaki eğitim dünyasını bilmiyorduk, gazete yoktu radyo zor dinliyorduk, kendi kendimize öğrenirdik. Kaymakam Fransızcaya girerdi, mal müdürü bir derse girerdi, nüfus müdürü bir derse girerdi. Böyle bir okulda okudum. Ortaokuldan mezun olduğum sene de Ağrı Öğretmen Okulu başladı. Ağrı’ya gidip gelecek param yoktu sınava girmek için.

Ben de ailemden gizli bir kamyonete binip Ağrı’ya gidip sabahtan sınava girdim arkadaşlarımla birlikte akşamdan da döndüm. Orada da sözlü sınav sırasında bir Türkçe öğretmeninin dikkatini çekmişim, ben bu çocuğu mutlaka alacağım diyerek beni Ağrı Öğretmen Okuluna aldı. Orada 20 gün okudum. Gümüşhane yatılı öğretmen okulu sınavına da girmiştim onu kazandığım haberi geldi. Ağrı’da yatılı kalma imkanım yoktu o yüzden Gümüşhane’ye gitmek için kaydımı alırken hala hatırlıyorum müdür bana kızdı. ‘Ben seni İstanbul’a Ankara’ya Yüksek Öğretmen Okuluna gönderecek, dil bilimci yapacaktım’ dedi ve kaydımı vermeyi reddetti. Çok üzüldüm. Sonradan verdi ve Gümüşhane öğretmen okuluna gittim, sözlü sınava girdim, kayıt oldum. Öğrenci ortaokuldan sonra iki sene ilkokuldan sonra beş sene öğretmen okullarında okutulurdu.

Sonra başarısına göre seçilerek İstanbul, Ankara gibi şehirlere gönderilirdi. Oralarda Yüksek Öğretmen Okulları vardı. Ben seçildim. İstanbul’da 1 yıl hazırlık gördüm ve İstanbul Üniversitesi Kimya bölümüne girdim. Kimya öğretmeni yetiştiren bir bölümdü. Amacım kimya mühendisliğine geçmekti. Ben de 4 yıllık Kimya öğretmenliğini 3 senede bitirdim ve 1 sene de Kimya mühendisliği fark derslerini vererek Kimya mühendisliği diploması da aldım. Yüksek Öğretmen Okulu’nun diplomasını da aynı sürelerde gece öğretimi yaparak aldım. 4 senede 3 Yüksek Okul diploması alınca hocalarımız asistan olarak üniversitede kalmamı teklif ettiler.

Daha sonra 1978 Kimya Doktoru, 1984’de Kimya Mühendisliği’nde üniversite doçenti, 1989 yılında kimyada üniversite profesörü, 1991’de Çevre Mühendisliği’nde üniversite profesörü unvanlarını aldığım İstanbul Üniversitesi’ne 33 yıl boyunca her kademede hizmet ettim. Bölüm başkanlıkları, müdürlükler, kurul üyelikleri ve Mühendislik Fakültesi dekanlık görevlerini yaptım, çevre mühendisliği bölümü kurdum. 1982 yılında TÜBİTAK Sanayi Araştırmaları ödülünü aldım. Benim eğitim sürecimde eğitim formasyonu kazanmamda en önemli etken Öğretmen Okullarıdır. Üniversiteden farklı olarak biz Yüksek Öğretmen Okullarında okurken gece eğitim formasyonu dersleri alıyorduk, psikoloji, sosyoloji, mantık vs. Dolayısıyla eğitimciliğimiz buradan başladı. Bugün Yüksek Öğretmen Okulu mezunları Türkiye’nin milli eğitim tabakasının üst düzeyinde görev yapan insanlardır.

Bu kurumlar bu mezunlar sayesinde ayakta duruyor. Bizim devreler artık üniversitelerde idareci seviyesine gelmiştir. Böyle bir kurum Türkiye’de kapatıldı. Anarşi nedeniyle yatılı okullarla başa çıkamıyoruz dediler. Anadolu’nun köylerinden çocukları seçip onlara eğitim veren bir devşirme sistemi Türkiye’de yok olmuştur. Bunun boşluğu bundan sonra daha da çok hissedilecektir. Çünkü eğitimci kimliği ile üniversiteden mezun olanlar artık yok. Türk Milli Eğitimi’nde yapılmış en büyük hatalardan biridir. Milli Eğitim’in açığını kapatan ekibin yeniden tahsis edilmesi için bu sisteme tekrar geri dönülmelidir.

Eğitime bu yönden baktığınızda bir işin tekniğini görüyoruz, bir de işin eğitim yönünü görüyoruz. Dolayısıyla bir öğretmen gözüyle idareci olduğunuz zaman sorunlara daha farklı yaklaşıyorsunuz. Bu tecrübeyle de hizmetlerinizdeki eksiklikler minimuma iniyor. Bir kişiyi eğitimle baş başa bırakacaksak öğrenene kadar sorunlara yol açmaması için mutlaka eğitim formasyonu vermeliyiz.

Peki kimya dışında diğer ilgi alanlarınız nedir?
Yüksek Öğretmen Okullarında mezun olmak için kültürel faaliyetler çok önemliydi. Resim Hocam beni bırakıp bir yağlı boya tablosu yapmazsam geçemeyeceğimi söylemişti .İş başa düşünce ressam da olunuyormuş. Hayatımda bir kere yağlı boya resim yaptım. Hocam beğendi. Yaptığım o tablo daha sonra o okulun salonuna asılmış. Oradan gelenler daha sonra gördüklerini söylediler. Bunun yanında mandolin çalıyordum. Uzun mesafe koşucusuydum Çeşitli ödüller aldım. Masa tenisine de merakım vardır, şimdi fırsat bulamıyoruz, eşim de meraklıdır, hatta alt katında masa tenisi oynayabileceğimiz bir ev hayalimiz vardı gençken. Beşiktaş taraftarıyım. İstanbul Üniversitesi Beşiktaşlılar derneği diye bir dernek kurmuştuk. İstanbul Üniversitesi tarihi zenginlikleri olan bir üniversite. Bana kazandırdığı çok deneyim var. Burada da o kültürün devamı olacak reformları yapmak istiyorum.

Her yıl üniversite sınavına giren yaklaşık 1 milyon 800 bin öğrenci var ve bu sayı katlanarak devam edecek. ÖSYM’nin üniversitelere yerleştirdiği öğrenci sayısı 300 bin. Türkiye’de özel üniversiteler bu anlamda çok önemli bir açığı kapatmaktalar. Eğitimde özel üniversitelerin misyonu, yeri nedir?
Türkiye eğitime yatırım yapmaya çok geç başladı. Bu konuyu devlet yapar sadece biz de bedava okuruz mantığıyla hep düşünüldü. Şimdi düşünün ki bir buçuk milyon genç okumak istiyor biz onların okuma haklarını ellerinden alıyoruz. Üniversiteye yatırım bugün Türkiye’de gelişmemiş ülkeler seviyesinde. Devletin bu konudaki zafiyetini biliyoruz. O halde tek bir çözüm kalıyor: özel eğitim kurumlarının kuruluşlarının teşviki. Amerika’da olduğu gibi kişiye bağlı apartman üniversiteleri değil. Eğitime yatırım yapmak isteyen pek çok hayırseverimiz var.

Ama bugünkü sistemde bunların önü pek açık değil. Oysa ki özel sektörün açtığı vakıf üniversiteleri devletin yükünü alıyor. Kontrollü olarak vakıf üniversitelerinin yaygınlaştırılması okumak isteyen gençlerimizin okumasını sağlayacaktır. Yoksa bu bir buçuk milyon ilerde üç milyon olacaktır. Bana göre de bu geri kalmışlığımız en büyük sebebidir. Ticaret her zaman yaparsınız. Atatürk’ün eğitime verdiği önemi gördük. Reformlarla bize çağdaş eğitimin kapısını açtı. Ama bu artık bugün devlet eliyle olmuyor. Özel sektörün yardımı gerekli. Bir sürü özel üniversite açılırsa işsiz mühendisler, avukatlar ordusu olacak diyorlar.

Ancak ben bu kanaatte değilim. Türk insanı kendisine verilen donanımlarla çok iyi işler yapıyor. Üniversite insana bir görüş kazandırıyor. Hukuk eğitimi alan birinin avukat olması şart değil daha bilinçli bir vatandaş olarak yaşayacaktır, kendine dünyada iş bulabilecektir. Hukuk diplomasını rastgele verelim değil. Hakkıyla verelim. Ama bu imkanı verelim. Herkes hukuk mezunu olsa Türkiye’de kötü mü olur? Biz görevimizi yapalım ona eğitim verelim. O işini bulur, sadece Türkiye’de değil dünyada bulur. Dolayısıyla kontenjanı düşük tutalım çok işsizimiz olmasın düşüncesi Türkiye’de eğitimin önündeki engeldir. Kaliteyi yüksek tutarak kontenjanı arttıralım. Yeni üniversiteleri de destek olup gençlerin üniversite diploması olmasını teşvik edelim. Tekrarlıyorum. Türkiye’nin geri kalmasındaki en önemli etken bir buçuk milyon gencin yüksek öğrenim haklarının ellerinden alınmasıdır.

Peki özel üniversiteler arasındaki rekabet nasıl denetlenebilir?
Şimdi Yüksek Öğretim Kurumu bu konuda tek yetkilidir. Kaliteyi koruyarak eğitim kurumları arttırılabilir. Siz kaliteyi belirleyin eğitim kurumu kurmak isteyen vatandaşlarımız buna göre kursunlar. Böylece diplomaların eş değerliliği sağlanır. Uygulamada hata varsa o eğitim kurumunu kapatırsınız açıklarsınız. Denetleme işlerse bu kurumlar da kaliteye gereken önemi verir. Aradaki rekabete bakalım. Bugün için öğrenci bulamama sorunu yok. Ama kurumlarımızın rehavete kapılmaması lazım. Yarın öbür gün öğrenci bulamama sorunu çıkacaktır. Kaliteli eğitim vermeyenler özel öğretim kurumları arasında devamlı olamazlar. Ayakta kalmak için kendilerini kaliteyle özdeşleştirmek zorundadırlar. Öğrenci müşteri değildir. Öğrenciye para karşılığı diploma vermek değil hak ettiği eğitimi vermek gereklidir.

Beykent Üniversitesi’nin diğer üniversitelerden çizgi olarak bir farkı var mıdır? Rektör olarak yapmayı düşündüğünüz değişiklikler nelerdir?
Demin de bahsettiğim gibi İstanbul Üniversitesindeki 33 yıllık görevim sırasında öğrencinin, öğretim görevlisinin ve idari görevlilerin ihtiyaçlarını gözlemleme fırsatı buldum. Bu üç yapı arasında uyum olmadığı sürece problemler çıkacaktır. Eğitim kalitesi düşecektir. Öğrenci kalitesinin arttırılması yönünde planlarımız var. Bu da kurumun dışarıda iyi temsil edilmesi ile olacaktır. Kurumun iyi temsil edilmesi de kurumun sadece eğitim veren bir yer olmaması eğitimle birlikte araştırma da yapılması ile olur. Böylece bu üniversitenin bilim dünyasında bir yeri olacaktır. Araştırma yapmayan bir üniversite kapanmak zorundadır.

Araştırma yapmak için de üniversitelerin alt yapılarının hazır olması, öğretim görevlilerinin bu işe ayıracak vakti olması gerekmektedir. Uluslararası konferanslara katılacak, makaleler oluşturacak altyapının kurulması gerekmektedir. Vakıf üniversiteleri bu konuda biraz zayıf kalıyor. Devletten alınan bir öğretim üyesi buraya geldiği zaman burada araştırma yapacak altyapıyı bulamadığında mutsuz oluyor. Bilim adamları araştırmayla, makaleleriyle, bildirilerle mutlu olurlar. Bu nedenle araştırma altyapısının Beykent Üniversitesi’nde iyi bir seviyeye getirmek için çalışmalar yapmayı düşünüyorum. Başkanımız Adem Çelik de destek veriyor. Benim önceliğim burayı araştırma yapan bir üniversite haline getirmek. Bunu yapmayan üniversiteler ilerde ayakta kalamaz.

Ülkemizdeki üniversitelere baktığımızda sadece Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi bir iki kez dünyadaki üniversitelerin sıralamasında ilk 500’e girebildi. İlk beşyüzde başka üniversitemiz yok. Buradaki kriterler derslik sayısı, öğrenci sayısı, sosyal ve kültürel yapı, mezunun iş bulma kapasitesi, öğretim görevlisi sayısı gibi faktörler yanında yapılan araştırmalarla yayınladıkları makalelerdir. Beykent Üniversitesi’nin altyapısını dünya üniversiteleri arasına sokacak bir altyapının kurulması için uzun vadeli bir planımız var. Örneğin üniversitenin çalışmalarını yayınlayacak periyodik dergiler olması gereklidir.

Yakında bu konuda gruplar oluşturularak Beykent Üniversitesi adına bir yatırım yapılacak. Eğer bu yayınlar beş yıl süreyle düzenli olarak yapılırsa uluslararası SCI ve SSCI kapsamına girecek. O zaman o dergi para kazanmaya başlıyor. Bırakın masraflarını yurtdışından araştırmacılar makalelerini yayınlatmak için para verecekler. Şimdi biz para verip araştırmalarımızı yayınlatmak zorunda kalıyoruz. Araştırmanın laboratuar bilgisayar gibi altyapısının yanında burada yayın ortamını da yaratmaya çalışıyoruz.

Bunun dışında öğretim görevlisi sayısının arttırılması gereklidir. Araştırma bir ekip ile birlikte yapılır. Araştırma görevlisi sayısının arttırılması gereklidir. Buranın doktora yapılan bir üniversite haline getirilmesi gereklidir.

Bunlarla birlikte bir otomasyon sistemi 3 yıldır uygulanmaya çalışılıyor onun kısa zamanda bitirilmesi için eksikler giderilecek ve kriterler konacaktır. Bir öğrencinin kayıt olmasından dersleri almasından mezuniyetine kadar her şeyin tek bir tuşla takip edilmesi gereklidir. Bugün burada bu sistem olmadığı için kayıtta derslerin yürütülmesinde problemler yaşanabiliyor. Bunların önüne geçmek için de bir otomasyon sisteminin okula kazandırılması benim ilk yapacağım işler arasındadır.
Beykent Üniversitesi’nin sosyal yanını inceledim gelir gelmez.

Öğrenci kulüpleri arasındaki diyaloglar çok iyi ama sosyal faaliyetlerde çok ileri gitmediğini görüyorum. Örneğin bir müzik temsilcimiz, bir dans grubumuz, sporcularımız yok. Onun için sosyal aktiviteleri teşvik edecek bir ortam hazırlamak, öğrencilerimizin bu alanlarda bizi uluslararası ortamlarda temsil etmelerini sağlamak görevimiz. Bu konuda yatırımlara öncelik verilmeli. Ayazağa kampusünde güzel bir salon hazırlanmış. Öğrencilerimizi bu salonu hakkıyla değerlendirebilmeleri için teşvik etmeliyiz, derslerinde yardımcı olarak sosyal faaliyetleri hızlandırmalıyız. Üniversite kültürel faaliyetleri de olan halkla bütünleşen bir yere sahip olmalıdır. Şişli Belediye başkanımızın da bu konuda desteği olacaktır.

Orası da üniversite sayesinde değişecektir yeni bir çehreye kavuşacaktır. Orasını mimarlıkla ilgili güzel sanatlarla ilgili Şişli’ye yakışır bir kurum haline getirme düşüncelerim var. Mühendislik dalları ile ilgili ilerde Beykent’in ün kazanmasını istiyorum. Mühendislik kökenimle ilgili olabilir ama mühendislerin sayısı arttıkça ilerlemenin hızlanacağı düşüncesindeyim. Çünkü mühendis üreticidir. Bakıyorsunuz Harvard sosyal olarak, M.I.T. mühendislik alanında ünlenmiştir. Her dalda ünlü olmak mümkün değil. Burası sosyal bilimler alanında kurulduğu halde bu konuda yeterli gelişmeyi sağladığı kanaatinde değilim ama mühendislik dalları biraz daha ön plana geçmiştir. Diğer dalları da ihmal etmeyeceğiz. Ama bu bölümlerde altyapının sağlanacağı taahhüdünü verdi başkan bana. Örneğin mühendislik bölümleri açılırsa araştırma laboratuarları kuracağım.

Eğitimde olmazsa olmaz dediğiniz temel prensipleriniz nelerdir?
Vakıf Yükseeköğretim Kurumlarının yapısı incelendiğinde kurucular genelde bu kurumların kendi yağlarıyla kavrulmasını istiyorlar. Yani bir işadamlığı mantığı var. Buna katılıyorum. her şeyi devlet yapsın mantığı yok. Optimum şartlarda üniversiteyi nasıl çalıştırabilirim sorusunun cevabını bir mühendis olarak analiz edip uygulamak istiyorum. Bugün Beykent’in şansı altyapısının tamamlanmış olması. Bugün bazı vakıf üniversiteleri başkalarının binalarını kiralamış durumda. Yarın bir anlaşmazlık olsa bu üniversitelerde eğitim biter. Beykent Üniversitesinin kendine ait kampusleri, binaları var. Adem Bey’in üstüne değil bunlar bütün gelirleri üniversitenin. Eğitim için muazzam bir yatırım.

Bir yüksek öğretim kurumunda olmazsa olmazlar; eğitimin kalitesinden ödün verilmemesi ve uluslararası yarışlarda Türkiye’yi temsil edecek bilgi beceri ve kültür sahibi bir Türk yüksek öğretim kurumu mezunu yetiştirmektir. Bu kalite altyapı ile ve öğretim kadrosu ile olur. Bu konularda eksikler tamamlanacak. Eğitim kalitesi ve araştırma kalitesi arttırılacak ve böylece yetişecek eleman ileride araştırma yönüyle de ön plana çıkacak. Dershanede öğretir gibi sadece ders vermenin gelecekte geliştirici üretici insanlar yetiştirmesi mümkün değildir. O yüzden araştırma laboratuarları oluşturmamız ve sosyal insanlar yetiştirmek bizim olmazsa olmazlarımız arasında olacaktır.

Röportaj: Bilge Demirkazan
Bu röportaj "Aujourd'hui la Turquie" ve "Bizimavrupa" Gazeteleri için yapılmış olup kaynak kullanılmadan alıntı yapılamaz.