YAŞAM ÇİZGİLERİ
Anasayfa
Resimler  Sayfayı Yazdır
Müjdat Gezen'le Keyifli Bir Sohbet
Üç tane öğe şart: Yetenek, eğitim ve çok çalışmak.
Türkiye’nin en önemli tiyatro sanatçılarından biri olan Müjdat Gezen ile 1991 yılında kurulan okulu Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde sohbet ettik.

Sanat ve özveri iki ayrılmaz kavram… Yıllardır bilinen bir gerçek, tiyatro yapıyorsan para düşünmeyeceksin. Günümüzde dünyada ve Türkiye’de de insanlar daha pragmatik. Gençler, bilgilerini, enerjilerini fazla zorluk çekmeden, kolay yollarla para kazanmak için kullanmak istiyor. Eğer sanat da emek olmadan, sıkıntı çekmeden olmazsa, bu paradoks insanları nereye götürür?
Aslında bu bütün dünyada hızla yayılan bir düşünce. Fakat özellikle 12 Eylül 1980’den sonra Türkiye’de sistematik olarak bu düşünce empoze edildi. “Benim memurum işini bilir, benim gencim uyanıktır, benim insanım zekidir”le karışık, kolay yoldan köşeyi dönme fikri televizyonlar ve medya aracılığıyla buraya kanalize edildi. Yani raslantısal bir durum yok ortada. Bu yüzden de özveri ikinci planda kaldı. Ama bizim okulumuz için çok da geçerli değil bu. Buraya çocuklar dört yıl süreyle okumak için geliyorlar ve biz üniversite konumunda değiliz ve üniversite diploması veremiyoruz. Buna karşın bu çocuklar özveriyle çalışıyorlar. Bu düşüncenin uzağında kalmayı başarıyorlar. Aksi takdirde zaten sanatçı olamazsınız.

Onların hocaları sabah uyanıp birden bire ünlü olmuş kişiler değil. Onların gördüğü fotoğraf şu: bu iş özveri ve emek istiyor. Belki içlerinde bir iki dizide oynayalım diyenler de vardır, bilemem herkesin beyninin içini okuyamam.
İçlerinden bir tanesi geçen yıl Antalya Film festivalinde en iyi oyuncu ödülünü aldı. Antalya’dan bana telefon açtı, “ödül aldık” dedi. Bu güzel bir laftı. Bizim mezunlarımız her yıl ya tiyatro dalında ya sinema dalında ya televizyon dalında mutlaka ödül alıyorlar.

Görsel medya yani televizyonun sanat için önemi nedir?
Sanatın tarifini de çağdaşlaştırmak gerekiyor. Sanatın yedi tane kolu var; edebiyat, resim, heykel, sinema, müzik, fotoğraf, tiyatro... tamam ama çağımızda bütün bunlar başka boyutlarda da irdelenmeye başlandı. Sanat kendini yenileyen bir şey. Bu yenilenmenin karşısında durmak olmaz. Ama televizyon sanatı diye bir şey yok. Televizyon bir eğlence aracıdır. Televizyonda iyi bir iş yaparsanız, ‘aa ne kadar sanatsal’ denebilir. Televizyonda oynayan bir sanat filmine televizyonda oynuyor diye, ‘bu artık sanat filmi değil’ diyemeyiz.

Hemen eklemek isterim bence iyi ki de var. Benim mesleğim olan tiyatroya çok büyük hizmeti oluyor. Çünkü televizyon olmasaydı ve televizyonda bu kadar aktör iş imkanı bulmasaydı, büyük ekonomik zorluklar çekeceklerdi. Tiyatroların bir çoğu televizyon dizileriyle ayakta duruyor. O dizilerde rol alan oyuncular paralarını kazanıp, tiyatro yapabiliyorlar.

Konservatuvarlara alternatif bir eğitim kurumu kurdunuz. MSM hangi amaçla kuruldu, anlayış ve eğitim farkı nedir?
Ben burayı açmadan önce dünyanın bütün ülkelerinde yetersiz bulduğum şeyleri nasıl öne çıkartabilirim araştırdım. Küçük bir örnek vereyim Psikolojik Test dünyada sadece bizim okulumuzda var. Oyuncu olmak isteyen bir gencin psikolojik yapısı buna uygun mu değil mi? giriş sınavının son aşamasında bakıyoruz. bizim psikoloğumuz Tülin Arman 15 yıldır bu testi uyguluyor ve %0 yanılma payıyla. Tabii eksiklerimiz de var mesela üç tane sahnemiz var.

4 yıl süren Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Klasik Batı Müziği, Tiyatro, Opera-Şan, Klasik Gitar bölümlerinden oluşan konservatuvar bölümümüz var. bunun dışında kurslarımız, akşam okullarımız, yaz okullarımız da var.

Uluslararası başarı kazanmak için neler yapmak gerekir. Biz neden bütün dünyanın tanıdığı bir oyuncu çıkaramadık. Genç oyuncular kendilerini geliştirirken nelere dikkat etmeli?
Bu meslekte uluslar arası başarı dille olur. Türkçe dünyanın her tarafında geçerli bir dil değil. onun dışında bizim oyuncularımızın yurtdışındaki oyunculardan herhangi bir eksikliği yok. bizde de ayrıca yurtdışında ingilizce oynayan ve çok başarılı olan oyuncular var. mesela Ali Poyrazoğlu Amerika’da İngiltere’de oynuyor. Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter oynadı. Genco Erkal da oynadı. Ama uluslararası aktör olmanın yolu Tiyatrodan geçmez, sinemadan geçer. Çünkü sinema gerçekten evrensel. Küçük prodüksiyon bile olsa dünyanın her yerinde alt yazıyla oynayabilir. Tiyatronun öyle bir şansı yok. Tiyatro 250 - 300 kişilik lokallerde en iyi ihtimalle 800 kişilik salonlarda oynatılır. Hadi Kanada’ya gidip oynayalım ama türkçe oyun... kime oynuyorsunuz oradaki türklere. Ben İsveç’te, Almanya’da, Avustralya’da oynadım ama oradaki türklere, türkçe oynadım. Bu evrensel bir çalışma niteliği taşımaz. Ama sinemada olur. Örneği de var. Yılmaz Güney’in filmleri bir ara dünyanın her yerinde oynuyordu.

Yetenek bu işi yaparken ne kadar önemli ya da sadece yetenek yeterli mi?
Üç tane öğe şart: Yetenek, eğitim ve çok çalışmak. Birini çıkartırsanız olmaz. Bu mesleği icra etmek için de üç öğe lazımdır: Oyuncu, seyirci, oyun. Çıkartın birini yine olmaz. Seyirci var, oyuncu olmaz. Oyuncu var, seyirci yok, olmaz.

Şimdiki tiyatro seyircisi sayısından memnun musunuz?
Tabii ki ciddi bir azalma var ama bütün dünyada bu böyle. İnsanoğlu konfora çok çabuk alışıyor. Mesela eskiden tek kanal vardı ve uzaktan kumanda diye bir aletten haberimiz yoktu. Televizyona ikinci kanal geldiğinde de kanalı değiştirmek için ya da TV’yi açıp kapamak için elimizi kullanıyorduk. Şimdi uzaktan kumandayı bulamadığımız zaman her yere bakıyoruz, gidip mutfağı arıyoruz, odalara bakıyoruz, 20 dakika arıyoruz da gidip elle kapamayı akıl edemiyoruz. Konfora alıştık.

Okulun tapusunu öğrencilerinize devretmişsiniz.
Birgün televizyonda çok acı bir olaya tanık oldum. Sakıp Sabancı’nın kardeşini öldürdüler; Özdemir Sabancı. Beyaz bir torba getirdiler, cesedi koydular, fermuarı çektiler ve götürdüler. Bu kişi dünyanın 100 zengininden biri. Türkiye’de de bir veya iki numaradadır. Benim böyle büyük bir param yok zaten. Bu binanın her tarafı servet olsa ne olur. Belki dar gelirli için 6-7 trilyon bir servettir ama öyle büyük servetlerin yanında ben 1 milyonun arasına girmem herhalde. Kendi kendime dedim ki: “En zengin adam hiç bir şey götüremiyor. Demek ki kefenin cebi yok.” Geldim kura çektim burada ve 10 tane öğrenci saptadım. Eşimin de hissesi olsun istedim. Benden sonra öğrencilerim yola devam edecek. Okul binasını satamazlar, devredemezler, adını değiştiremezler, kiraya veremezler, başka amaçla kullanamazlar. Aslında onlara ben bir mülk yerine ciddi bir yükümlülük ( sorumluluk) verdim.

Bütün bunlar ne kadar çok konuşulursa o kadar örnek alınır gibi geliyor bana. Neden yaptıklarınızı anlatmıyorsunuz?
Ben bu tip şeyler yapmam. İnsanları da yargılamam. Herkesin kendi hayatından sorumlu olduğuna inanırım. Hayatımdan bir kişi sorumlu o da benim. Yaptıklarım için benden başka sorumlu yok. Karşı kıyıya geçerken edebinle, kimseyi inciltmeden geçmek lazım. ben kolay kolay kimsenin aleyhinde konuşmam. Hele orada olmayan birini katiyen yargılamam. Özellikle öğrencilerime hep söylerim: ‘Sakın ha, orada olmayan biri hakkında konuşmayın.’ Kendisini savunma hakkı yok, bir de haberi yok. Televizyonlarda yapıyorlar. Bir de şöyle bir şey söylüyorlar: ‘E bağlansın telefonla yayına’ ya ben o sırada uyuyor olabilirim, Merzifon’da olabilirim. ‘Ben ona istediğim hakareti edeyim. O da bağlansın kendini savunsun.’ Bunlar bana çok ters geliyor. Benim kendime ait bir dünyam var ben orada sürdürmeye çalışıyorum yaşantımı.

Yeri gelmişken hemen sormak isterim. Bir kitap yazdınız ve sırf bu dedikodular yüzünden dağıtımı durdurdunuz değil mi?
Basımını durdurdum. Daha kitap çıkmamıştı, müsvettelerinden herkes kendi kendine yargı yaptı. Okuduktan sonra özür dileyen yazılar yazdılar. Ben de, ‘bu insanlar benden özür dilemedikçe kitabı basmam’ dedim. Yayınevi ‘yapma, 18 bin tane bastık, kitaplar orada duruyor’ dedi. ‘isterseniz 40 bin tane basın, bunlar benden özür dileyinceye kadar olmaz’ dedim. Nitekim kitabın ilanı özür dileyen gazetecilerin küpürü ile çıktı. Mesela ben 10 yaşımdayken aşık olduğum birini yazmışım. Onu yattığım kadın olarak yazdılar. Bu kadar saçma bir şey olur mu?

Okul ve tiyatro dışında neler yapıyorsunuz?
Bundan beş ay öncesine kadar çok fenaydı. Bir dizide oynuyordum. Dizi benim dört günümü alıyordu. Bir gün de dublaj yapıyordum. Bir gün buraya derse geliyordum. Bir gün karşı okula gidiyordum. Zaten hafta bitti. Hiç kendime ayıracak zamanım yoktu. Prodüktörden izin istedim, çünkü sette artık düşüyordum, başım dönüyordu yorgunluktan. Neyse izni kopardık. Bir gün buraya bir gün karşı okula gidiyorum. Kitap yazıyorum, oyun yazıyorum ve kendime ayıracak vaktim var.

Kitabınız neyle ilgili?
Bir tanesi ‘Ağlama palyanço makyajın bozulur’ isimli bir kitap. Mayıs ayında iş bankası yayınlarından çıkacak. Halit Kıvanç soruyor, ben anlatıyorum. 400 sayfalık benim yaşam öyküm.

Türkiye’deki kültürel gelişimi değerlendir misiniz?
Bir ülkede birşeyi ötekinden soyutlamamak lazım. Yani ekonomi nasılsa, o ülkede tıp nasılsa, spor, sanayi, fizik nasılsa sanatta öyle olur. Biri 5 kilo biri 50 gram olmaz. Mesela diyorlar ki: ‘Çin’de pinpon çok ileri.’ Ama bakıyoruz ki Çin’de pek çokşey çok ileri. Dünya piyasası ellerinde. Amerika sinemada çok ileri, Amerika’da ileri olan 20 ünite daha sayabilirsiniz. Deveye sormuşlar, ‘Niye boynun eğri.’ ‘Benim nerem doğru ki’ demiş. Bizde de herşey yamuk. Demokrasisi, insan ilişkileri, kültürü, sanatı, ekonomisi, endüstrisi yarım ama böyle kalmayacak. Bundan 50 sene önce daha da yarımdı. Yani evrim kaçınılmazdır. Dünya koşarken siz duramazsınız. Bütün dünya cep telefonuyla konuşursa siz cep telefonsuz yapamazsınız. Afganistan’da yollar toprak ama insanlar orada da cep telefonu kullanıyorlar.

Geçenlerde çok ilginç bir reklam seyrettim. Japon cebinden bir şey çıkartıyor, ‘Bu değişik bir cep telefonu, biz bulduk,’ diyor. Amerikalı kağıt inceliğinde bir cep telefonu çıkarıyor, ‘Biz bulduk,’ diyor. Bizim Türk de ‘O da bir şey mi, biz neyi bulduk biliyor musunuz?’ diye soruyor. Telefonuyla bir numara ceviriyor ve bir bankaya bağlanıyor. Bilmem kaç dakika da nasıl borç alındığını bulmuş. Bu övünülecek bir şey değil ki üzünülecek bir şey. Ve bunu gururla reklam olarak seyrediyoruz. Amerikalı bulmuş, japon geliştirmiş, bizimki de parayı verip almış, nasıl borç para alınır bunu anlatıyor. Bu övünülecek bir şey mi?

Röportaj: Bilge Demirkazan
Bu röportaj "Aujourd'hui la Turquie" ve "Bizimavrupa" gazeteleri için yapılmış olup kaynak kullanılmadan alıntı yapılamaz.