Bizim Avrupa'da AB, Özden Umut Akbas
ozden_akbas@yahoo.com


Küresellesen Dünyada Türkiye:
Yerel Lider Küresel Takim Oyuncusu,
Özden Umut Akbas, Nisan 2003.

Giris

Küresellesme denildiginde akla gelen en yaygin görüs, bu sürecin ulus devletlerin fiziki sinirlarini anlamsiz hale getirdigidir. Ekonomideki gelismelerin dünyayi giderek dev bir tek pazar haline getirdigi, teknolojik siçramalarin hem bu süreci hizlandirdigi hem de iletisim alanindaki yeniliklerin önünü açtigi ve yaygin ve hizli iletisimin de kültürel farkliliklari asindirdigi yorumlari bu görüsü destekler niteliktedir. Buna göre, ulus devletler küresellesme süreci karsisinda zayif kalmislardir. Tam da bu sebepten dolayi, yani küresellesmeyi ulus devletlerin geleneksel görevlerini yerine getirmesine engel olarak algilayan görüsten dolayi küresellesme siyaset bilimcilerinin ilgisini çekmistir.

Bu görüse muhalefet edebilecek bir yorum devletlerin küresellesme karsisinda o kadar da edilgen olmadigini ve onlarin da küresellesmeye sekil verdigini söyleyen Ian Clark'dan gelir (Clark, 1999:10). Yazara göre küresellesme – ulus devlet iliskisini bir tarafin kazancinin diger tarafin kaybi olarak görmek gerçekleri yansitmaz (age). Buna göre, küresellesme devlet kurumunun görevlerini yerine getirmesine bir engel degildir ancak, bu görevlerin niteliginde degisikliklerden söz edilebilir.

Bu çalismada küresellesme ile bir ulus devletin, Türkiye'nin, iliskileri incelenmistir. Küresellesmenin Türkiye'de yarattigi degisiklikler ve bu süreci Türkiye'nin nasil karsiladigi, degisen dünyada kendisine nasil bir rol seçtigi, bu rolü yerine getirebilmek için hangi girisimlerde bulundugu ve bekledigi sonuçlara ulasabilmesinin ne derece mümkün göründügü arastirilmistir. Çalismanin vardigi temel sonuç Türkiye'nin kendisini bölgesinde lider, dünyada etkili diger devletler arasinda bir takim oyuncusu olarak görmek istedigidir. Bu amacina ulasabilmesi için Türkiye'ye avantaj saglayan özelliklerinin en basinda cografi konumu gelmektedir. Ian Lesser'in kendisi için "köprü mü, engel mi?" diye sordugu soruya1 Türkiye "köprü" olarak yanit vermeyi seçmistir. Türkiye'yi bu görevi üstelenmeye iten tek sebep de cografyasi degildir. Çevresiyle olan tarihe dayanan baglari Türkiye'yi ayni anda pek çok bölgenin bir üyesi yapmaktadir. Bu özelliklerin sonucunda Türkiye'nin çok hassas bölgelerin kesisiminde dogusunda ve batisinda bulunan devletler hatta medeniyetler arasinda bir ortak payda oldugu yorumunu yapabiliriz.

Türkiye'nin cografi konumunun ve tarihi baglarinin etkisiyle küresellesen dünyada üstlendigi ilk rol, bölgesinde liderlik konumudur. Bölgesindeki pek çok devletin tersine sahip oldugu istikrarli iç yapisi, ekonomik gelismislik düzeyi, Avrupa devletleri ve Amerika Birlesik Devletleri ile olan yakin iliskileri Türkiye'yi bu role en güçlü aday haline getirmektedir. Ikinci olarak Türkiye dogusunda demokrasiye ve pazar ekonomisine yeni geçmeye çalisan devletlere isleyen bir model olarak gösterilebilecek bir devlettir. Ayni sekilde, Orta Dogu devletlerine de laik devlet – Müslüman toplum dengesinin gerçeklestirilemez olmadiginin kaniti olarak gösterilebilir. Böylece Türkiye, Dogu – Bati arasindaki iletisim eksikliginin en büyük sebebinin asilmasinda islevsel bir rol oynayabilir. Üçüncü olarak, Türkiye istikrar ve güvenligin artirilmasinda etkin bir ortaktir. Küresel iliskilerin gelistirilmesinin önündeki engellerden bir baskasi olarak yorumlayabilecegimiz istikrarsizlik Türkiye'nin bölgesinde ortadan kaldirmak için çesitli girisimlere imza attigi bir olgudur. Bütün bunlarin isiginda Türkiye'nin küresellesmeyi destekleyen bir anlayista bulundugunu söyleyebiliriz. Türkiye'nin küresellesen dünyada üstlendigi dördüncü rol daha çok cografi konumunun getirdigi avantajlarla ilgilidir. Özellikle Bati ülkelerinde ekonomideki gelismelerin ortaya çikardigi enerji kaynaklarina duyulan sürekli ihtiyacin karsilanmasinda, dogusunda bulunan petrol ve dogal gaz zengini ülkelere yakinligindan dolayi Türkiye dikkatleri üzerine çekmistir. Insa edilecek çok sayidaki petrol ve dogal gaz boru hattiyla Türkiye Dogu ve Bati arasinda gerçek bir köprü olabilecektir.

Çalismanin ilk bölümünde küresellesme ile ilgili teorik bilgilere yer verilmistir. Bu bölümde küresellesmenin çesitli tanimlarina degindikten sonra çalismada esas alinan tanim belirtilmis, ayrica akademik çevrelerde küresellesmenin olumlu ve olumsuz olarak gösterilen özelliklerinin alti çizilmistir. Ikinci bölümde Türkiye'nin üyesi bulundugu bölgeler ve Orta Asya devletleriyle olan iliskilerine yakin tarihi içine alan bir perspektiften bakilmistir. Bu yapilirken belirtilmeye çalisilan nokta, Türkiye'nin ayni anda pek çok bölgenin parçasi oldugu ve bu bölgelerde bir istikrar unsuru oldugudur. Ayni bölümde yer verilen diger görüsler de "model olarak Türkiye" ve "lider olarak Türkiye" tezleridir. Bu çerçevede Türkiye'nin adi geçen rolleri gerçeklestirebilmek için sahip oldugu olanaklarin alti çizilmistir. Bütün bu argümanlara Türkiye'nin bölgesindeki siyasi varligini açiklar nitelikte oldugu yargisiyla ayni bölümde yer verilmistir. Üçüncü bölümde Soguk Savas sonrasi dönemde degisen güvenlik anlayisi içinde Türkiye'nin Kuzey Atlantik Pakti Teskilati (NATO) içinde ve Avrupa güvenlik yapilanmasinda artan etkinligine deginilmis, degisen güvenlik anlayisinin gündeme getirdigi sorunlar arasinda bulunan kontrolsüz göç konusu ve Türkiye'nin bu alandaki deneyimleri örnek olarak verilmistir. Türkiye'nin hem bölgesinde bulunan hem de bulunmayan ancak güvenlikleri nedeniyle bölgeyle ilintili devletler için degerli bir müttefik oldugu bu analizden çikarilan sonuçtur. Dördüncü bölümde Türkiye'nin enerji ticareti güzergahlarinin kavsagindaki stratejik konumundan bahsedilmis ve yakin gelecekte Türkiye'nin Dogu – Bati arasinda kurmaya çalistigi baglantilarin somut bir sekilde ortaya çikacagi tezine deginilmistir. Sonuç bölümünde tüm bölümlerdeki temel argümanlara kisaca deginilmis ve bunlarin küresellesen dünyada Türkiye'nin yeri hakkinda ne söyledigi belirtilmistir.

Teorik Çerçeve

Küresellesme hakkinda verilen eserlerin pek çogunda görülen ortak özellik belirli sorunlarin çözülmesi amaciyla kurulan teknik isbirliginin zamanla ulus devletlerin egemenlik haklarinin gittikçe asinmasiyla sonuçlanan bir siyasi davranisla sonuçlanacagi tezidir. Bu fonksiyonalist anlayisa ilave edilmesi gereken diger yaygin görüsler ise, küresellesmenin kaçinilmaz olusu ve birden çok boyutunun bulunmasidir. Bunlarin disinda, küresellesmenin eksiksiz bir taniminin yapilmasi ise kavramin zamana ve mekana göre degisiklik göstermesinden ötürü cok zor olmaktadir. Bu çalismada McGrew ve Lewis'in yaptigi tanim esas alinmistir. Bu tanima göre küresellesme devletler ve toplumlar arasindaki baglarin ve iliskilerin modern toplumu meydana getirecek sekilde artmasi olarak tanimlanmistir. Küresellesme ayni yazarlara göre dünyanin bir kösesindeki olaylarin, kararlarin ve faaliyetlerin dünyanin baska bir kösesindeki bireyler ve topluluklar üzerinde önemli sonuçlar dogurmasina yol açan süreç olarak da tanimlanabilir (McGrew, Lewis, vd. 1992: 23). Görüldügü üzere bu sürecin derinlesme ve yayginlasma olarak iki boyutu bulunmaktadir. Yani küresellesme hem dünyanin büyük bir alanini kaplamakta hem de devlet ve toplumlar arasindaki baglarda bir yogunlasmaya isaret etmektedir. Içduygu ve Keyman küresel dünyada siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal olaylarin birbirine daha çok bagli oldugu ve daha çok etki tasidigini söylemektedir (Içduygu ve Keyman, 2000: 386).

Bretherton'a göre ise küresellesmenin dört unsuru vardir: teknolojik degisim, küresel bir ekonominin olusmasi, siyasi küresellesme ve son olarak düsünsel küresellesme (Clark, 1997: 20). Yazarin siyasi küresellesmeden anladigi sey, sorunlarin içerik olarak küresel kabul edilmesi ve küresel çözümler gerektirdiklerinin varsayilmasi, ayni zamanda bu tür sorunlarin çözülmesi amaciyla uluslararasi organizasyonlarin ve küresel kuruluslarin kurulmasidir (age: 22). Bu süreç, devlet kurumunun uluslararasi bir boyut kazanmasiyla sonuçlanir.

Küresellesmenin sebeplerini açiklamaya çalisan düsün okullari da ayni sekilde çesitlidir. Clark'a göre bunlar arasinda Batililasma olarak da adlandirilan dünyanin Avrupa tarafindan ekonomik ve askeri açidan birlestirilmesi, hegemon güçler arasindaki denge ya da uluslararasi güçler dengesindeki dalgalanmalar bunlardan farkli olarak da devletler arasi iliskiler yerine küresel ekonomik sistemin belirleyici etkileri sayilabilir (age: 24-25). Sebebi her ne olursa olsun, küresellesme çagimizin varligi inkar edilemez ve adini koyamasa da herkes tarafindan fark edilebilinen bir gerçegidir.

Küresellesme hakkinda yapilan yorumlar içinde hem eksi hem arti yönler bulmak mümkündür.2 Bu yorumlara göre, küresellesmenin dünya siyasal düzenine olumlu katkilari arasinda dünya ekonomisini birbirine baglanmis bir hale getirmesi basta gelmektedir. Bunun bir sonucu olarak da devletler artik eskisi gibi bagimsiz hareket edememektedir. Bu gelismenin olumlu yanlari oldugu kadar ekonomik krizlere ve zorluklara karsi hassasiyeti artirdigi da unutulmamalidir. Küresellesmenin olumlu kabul edilen diger katkilari ise iletisimi artirmasi ve bunun sonucu olarak varsayilan küresel bir kültürün ortaya çikmasidir. "Küresel düsünüp yerel hareket etmek" anlayisinin gelismesinde modern iletisim olanaklarinin etkisi yadsinamaz. Böylece, insanlarin devletlerine duyduklari bagliliga paralel olarak gelismekte olan bir küresel vatandas duyarliligindan söz etmek yanlis olmaz. Bu durumun en güzel yansimasi ise yine küresellesmenin olumlu bir katkisi olarak kabul edilen bir risk kültürünün gelismesidir. Bu yoruma göre bireyler önemli tehditlerin artik küresel ölçülerde oldugunu ve devletlerin tek baslarina bu tehditlerin üstesinden gelemeyecegini düsünmektedirler. Özellikle Soguk Savas'in bitmesiyle yeniden tanimlanan tehdit ve güvenlik kavramlari bu anlayisin devletler ve uluslararasi kurumlar seviyesinde de kabul gördügünün bir kanitidir. Kasim 1991'de Roma'da toplanan NATO üyesi devletlerin devlet ve hükümet baskanlari yeni bir "stratejik kavram" ortaya koymuslardir. Bu kavrama göre "güvenlik ve istikrar kavramlarinin kaçinilmaz bir parçasi olan savunma boyutunun yani sira siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel unsurlari oldugu ve Ittifak'in karsisina çikan sorunlarin çözümünün güvenlik kavramina genis bir yaklasimi gerektirdigi" belirtilmistir (Smith ve Timmins, 2000: 85).

Küresellesme, Naim'in de dikkati çektigi gibi, yalnizca uluslararasi ticarete ve yatirima ya da çok uluslu sirketlerin faaliyetlerine verilen bir ad degildir. Siyasi küresellesme de ekonomik küresellesme kadar güçlü bir olaydir. Devletler adina çalisan kisiler dünyanin her tarafindaki meslektaslariyla daha yogun bir sekilde isbirligi yapmaktadir (Naim, 2002: 96). Degisen dünya siyasetinin etkileri devlet kurumunun görev ve faaliyetlerinde de görülmektedir. Scholte'ye göre küresellesmenin etkilerine maruz kalan devletler ulusal amaçlarin yani sira sinir ötesi amaçlar da gütmeye baslamaktadir (Baylis ve Smith 2001: 23). Bu gelisme, yeni sorunlarin sinir tanimaz olarak kabul edilen dogasi geregi artan isbirliginin yaninda devletlerin sorumluluk alanlari kabul ettikleri bölgelerde de paralel bir genislemeye isaret etmektedir. Devletlerin, fiziki sinirlari disinda kalan bölgelere karsi algiladiklari duyarlilik uluslararasi çok tarafli isbirliginin yogunlasmasina ve kapsam bakimindan genislemesine yol açmistir.

"Model" ve "Lider" Türkiye

Soguk Savas süresi içinde Türkiye'nin çift kutuplu dünya siyasetindeki yeri ve rolü belirliydi. Sovyetler Birligi ile en uzun kara sinirina sahip olan Türkiye, kendisini ideolojik olarak Bati kampina daha yakin görmekteydi ve önce Marshall Plani'na dahil edilmesi ardindan da NATO'ya üye olmasiyla bu kampla baglarini perçinlemisti. 45 yil süren ve terör dengesi olarak adlandirilan gergin uluslararasi ortam içinde Türkiye Bati için önemli bir müttefik, bir ileri karakol olmustur. Ancak, Soguk Savas'in hiç öngörülemeyecek bir sekilde bittigi ve Sovyetler Birligi'nin yikilisinin ardindan, Türkiye önceliklerini yeniden belirlemek ve jeostratejik rolünü gözden geçirmek zorunda kalmistir. Temelde Bati'ya dönük olan yüzünü çevirmemis ancak dis politikasinda beliren yeni konulari degerlendirmekten geri durmamistir. Türkiye'ye Avrupa Birligi'ne adaylik statüsü taniyan Helsinki Zirvesi'nin ardindan 11 Aralik 1999'da dönemin basbakani Bülent Ecevit degerlendirmesinde sunlari söylemistir:

"Türkler 600 yildir Avrupalidir. Ama Türkler sadece Avrupali degildir. Ayni zamanda Asyali, Kafkasyali ve Ortadoguludur. Türkiye Dogu Akdeniz'de, Karadeniz Havzasi'nda ve Balkanlar'da önemli bir güçtür. Hazar Havzasi ve Kafkaslardaki dogal gaz ve petrol zenginliginin dünya pazarlarina tasindigi enerji duragi haline gelmektedir." (Rubin ve Kirisçi, 2002: 374)

Türkiye gibi çevresindeki bu bölgelerin hepsinde ayni anda etkili olabilecek bir baska ülke daha yoktur. Türkiye'ye bu özelligi kazandiran etkenlerin arasinda öncelikle cografi konumu; ardindan ekonomik gelismislik düzeyi, insan kaynaklari ve askeri gücü gelir. Ancak bu liste faktörlerin tamamini içine almamaktadir. Sovyetler Birligi'nin dagilmasinin ardindan kurulan devletlerle ve Orta Dogu devletleriyle iliskilerinde Türkiye tarihsel ve kültürel baglarinin da etkisini hissetmektedir. Ancak, bu yeni faaliyetler Türkiye'nin Bati'yla olan baglarina karsi bir alternatif olarak görülmemistir. Sule Kut, Ankara'nin her firsatta eski Sovyet ve Yugoslav cumhuriyetleri ile olan özel iliskilerinin Bati için önemini vurguladigini belirtmistir (age: 11).

Bu özelliklerin dikkate alinmasiyla Türkiye'nin bu bölgelerde kilit bir aktör olabileceginin sinyallerini vermektedir. Bölgelerin ortak özelligi olan istikrar yoksunlugunu Türkiye kendisi için de tehdit olusturan bir unsur olarak görmekte ve bu durumun degistirilmesi için çesitli girisimlere öncülük etmektedir. Ikili veya çok tarafli olabilen bu girisimlere bakildiginda alti çizilen amacin istikrari tesvik etmek oldugu görülebilir.

Soguk Savas'in ardindan Yugoslavya'nin dagilmasi ve Bosna ve Kosova'da yasanan kanli olaylar bölgesel istikrari zedelemis ve büyük bir çatismanin Türkiye'ye de yayilabilecegi ihtimalini dogurmustur. Bu, Sayari'ya göre Türkiye'nin Balkanlar'da daha etkin bir dis politika izleme yolunu seçmesinin ardinda yatan ilk sebeptir. Diger sebepler ise Türkiye'de Balkanlar'dan göç etmis çok sayida vatandasin bulunmasindan dolayi halk arasinda hissedilen yakinlik duygusu ve Yunanistan ile bölgede ekonomik ve siyasi üstünlük elde etmek için girisilen yaristir (Sayari, 2000: 173). Türkiye'nin Balkanlar'daki faaliyetleri her zaman çok tarafli inisiyatifler içinde olmustur. Uzgel de Türkiye'nin tek tarafli bir askeri müdahalede bulunmasina yönelik baskilara ragmen uluslararasi çerçevenin disina çikmadigina isaret etmektedir (Rubin ve Kirisçi, 2002: 117). Bu konuda alti çizilmesi gereken husus, Türkiye'nin bu tutumunun bölgeye yönelik Amerikan siyasetiyle de örtüstügüdür. ABD ve Türkiye arasindaki karsilikli anlayis, Türkiye'nin bölgedeki etkisini artiran bir faktör olmustur.

Türkiye, eski devletlerin yikildigi, yenilerinin kuruldugu, yeni husumetlerin ve siyasi ittifaklarin belirdigi Balkanlar'da etkili bir yatistirici rol oynayabilir. Fuller, büyük bir Müslüman nüfusun bölgedeki milliyetçi hareketler arasindaki çatismalara karsi Türkiye'yi olasi bir müttefik olarak gördügünü belirtmektedir (Fuller ve Lesser, 1993: 165). Her ne kadar Fuller bölgedeki karisikliga Türkiye'nin de karismasinin uyusmazliklari geleneksel bir Dogu Ortodokslugu – Islam çatismasina dönüstürecegini öngörse de Türkiye'nin dis politikasinin geleneksel çizgisi düsünüldügünde dini farkliliklari siyaset malzemesi yapacaginin gerçekçi olmadigini savunmak pek de yanlis olmaz. Tersine, nüfusunun büyük çogunlugunu Hiristiyanlarin olusturdugu Makedonya Cumhuriyeti ile isbirligi yapmasi Türkiye'nin Balkanlar'da olusabilecek Islami bir blogun liderligine soyundugu hakkindaki iddialari geçersiz kilmistir (Rubin ve Kirisçi, 2002: 98). Robins'in aktardigina göre Yugoslav yetkilileri ülkelerinin bütünlügünün korunmasi için Türkiye'nin destegini ararken yeni devletler de kurulma asamasinda Ankara'da kendi çikarlari için kulis çalismalari yapmislardir (Robins, 1999: 8). Türkiye'nin Balkanlar'a karsi izledigi isbirlikçi tutum Amerikan karar alicilarinin da Türkiye'yi bölgede reform ve istikrari saglayabilecek bir ortak olarak görmelerine firsat vermistir. Ayni sekilde, NATO'nun da yaklasimi benzer olmustur. Sonuç olarak Ittifak Türkiye'nin Arnavutluk ile yakin iliskiler kurmasini desteklemistir. Türkiye'nin Bulgaristan ve Romanya'nin NATO üyeligine destek vermesi de bölgedeki istikrari artiracagi öngörülebilen bir gelisme olmustur.

Bosna krizi sirasinda Türkiye Avrupa devletlerinin konuya yaklasimini siddetli bir sekilde elestirmis ve 1995 yilinda siddeti durdurmaya yönelik olan Dayton Baris Antlasmasi'ni desteklemistir. Dayton Antlasmasi'nin ardindan Bosna-Hersek'deki çok uluslu Birlesmis Milletler (BM) baris gücüne katkida bulunmustur. Ayni zamanda Bosna'daki Müslüman – Hirvat Federasyonu askeri gücünün egitilmesine de destek vermistir (Sayari, 2000: 174). Türkiye, Bosna'yi oldugu gibi Kosova krizini de bölgesel istikrari tehdit eden bir gelisme olarak görmüstür. Yine, savasin sona ermesiyle kurulan BM baris gücüne askeri ve teknik destek vermistir.

Ayni sekilde Orta Dogu'ya da Türkiye'nin yaklasimi yatistirici, uyusmazliklari barisçi yollarla çözmede etkili olma seklinde olmustur. Örnek olarak Israil – Filistin arasinda Eylül 2000'de tirmanan siddet olaylari sirasinda Türkiye "…iki tarafla da konusabilen ve iki tarafin görüslerini birbirine tasiyabilen Orta Dogu'daki tek ülke konumuna gelmistir." (Rubin ve Kirisçi, 2002: 179) Her ne kadar bölge ülkeleriyle iliskileri her zaman isbirligini tesvik eder sekilde umut verici görünmese de Türkiye güney komsulari için yok sayilamaz önemdedir. Büyük bir ekonomisi, yerlesmis bir demokrasi anlayisi, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birlesik Devletleri ile olan yakin iliskilerinden dolayi Türkiye, Orta Dogu ülkeleri için batiya açilan bir kapi niteligindedir. Bunun yaninda bölgedeki diger bir güç olan Israil ile olan yakin iliskilerini de unutmamak gerekir. Lawday'e göre Orta Dogu devletleri içinde Israil disinda dinamik, demokratik ve nispeten güvenli olarak ortaya çikan tek devlet Türkiye'dir (Lawday, 1991: 36). Bu iki devlet, iliskilerinin üçüncü bir devlete karsi ittifak niteliginde olmadiginin altini defalarca çizmislerdir. Sayari'nin da belirttigi gibi bölgedeki Arap olmayan, demokratik, "Bati'li" iki devlet arasindaki yakin isbirliginin askeri alandan ticari ve kültürel alanlara bir yansimasi olmustur (Sayari, 2000: 170). Bu iliskilerin iki ülkenin komsulari için de cazip taraflari hiç kuskusuz bulunmaktadir. Bunun en güzel örnegini de her iki devletle de iliskilerini gelistirmek yönünde bir irade ortaya koymus olan Ürdün vermistir.

Soguk Savas'in Sovyetler Birligi'ni de dagitarak nihayetlenmesinin ardindan Türkiye hem Balkanlar hem de Orta Dogu'da daha hareketli günlere sahit olmustur. Ancak, 1990'larin basinda ilk dikkati çeken bölge aslinda Türkiye'den çok daha uzakta bulunmaktaydi. Yillar süren Sovyet egemenliginin ardindan bagimsizligini ilan eden Orta Asya devletleri siyasi bagimsizliklariyla birlikte sosyal ve kültürel farkliliklarini da daha serbest bir sekilde dile getirmeye ve Sovyet egemenliginin baslamasindan önceki tarihlerini kesfetmeye baslamislardir. Bu baglamda Türkiye yeni kurulan Orta Asya devletleriyle olan tarihi baglarina atifla yeni devletlerin halklarini "kardes" olarak adlandirmis ve tarihi ortakliklari günümüze tasimak için çesitli inisiyatiflere imza atmistir.

Yeni Orta Asya devletlerinin ilk yillarinda Türkiye'nin kendisini bu devletlere bir çagdaslasma modeli olarak sundugunu görebiliriz.3 Dönemin Cumhurbaskani Turgut Özal da Türkiye'nin komsulari için ileri giden yolun Türkiye örnegini takipten geçtigini iddia etmistir. Türkiye'nin Ürdün, Irak, Suriye ve digerleri için duragan ekonomilerini liberallestirmek ve demokratiklesmek için bir model olabilecegini söylemistir (Lawday, 1991: 36). 1992'de Amerikan Disisleri Bakani James Baker çesitli Orta Asya devletlerine yaptigi bir gezi sirasinda bu devletlerin siyasi liderlerine siyasi ve ekonomik kalkinmalari için Türkiye modelini benimsemelerini tavsiye etmistir. Bu görüsü destekler yorumlar Avrupa siyasilerinden ve basinindan, hatta Orta Asya devletlerinin siyaset adamlarindan da gelmistir (Kramer, 1996: 2). Türkiye'nin uyguladigi politika, Orta Asya'da yeni kurulan devletler üzerinde hakimiyet kurmaya çalismadan özel bir iliski çerçevesinde bir araya gelmek olarak özetlenebilir. Heinz Kramer'e göre Türkiye'nin Orta Asya devletlerine yaklasiminda öncelik vermesi gereken konu, "bu devletlerin çogulcu, laik demokrasiler olmalarina, hukukun üstünlügüne saygi göstermelerine, pazar ekonomisine geçmelerine, karsilikli fayda ilkesi temelinde Türkiye'yi model olarak benimsemelerine yardimci olmaktir." (Kramer, 1996: 3)

Türkiye'nin bu iddiasinin içinin bos oldugu söylenemez. Sule Kut, yerlesmis cumhuriyet deneyimini, yüzlerce yillik imparatorlugun kalintilari üzerine kurulan ulus devleti, tek parti yönetiminden çogulcu demokrasiye geçis sürecini, planli ekonomiden serbest ekonomiye geçisi, benzersiz laik devlet – Müslüman topum olgusunu Türkiye'nin kendisini bir model olarak öne sürebilmesi için geçerli kanitlar olarak göstermektedir (Rubin ve Kirisçi, 2002: 12). Ayni sekilde, Türkiye'nin laik ve demokratik sistemi, geçmisi, kültürel zenginligi, hümanizmi ve kimligini modern degerlere atifla tanimlamasi bölgesindeki diger devletlere örnek olarak gösterilmistir. Türkiye'nin ekonomik ve siyasi etkisi arttikça bu rolün de güçlenecegi iddia edilebilir. Bunun sonucu olarak Türkiye Hiristiyan ve Islam dünyalari arasinda ihtiyaci çok duyulan kültürel, sosyal ve siyasi yakinlasmaya daha etkin katkida bulunabilir.

Türkiye'nin Orta Asya'ya yaklasimi da Balkanlar'daki sorunlarin çözümüne yaptigi katki gibi çok tarafli bir karakter tasimaktadir. Bu çerçevede Türkiye politikalarini uluslararasi organizasyonlar içine tasimis, hem dünyanin bu bölgelere dikkatini çekmis, hem de "pan-Türkist" bir kusak olusturmaya çalistigi yönündeki iddialari çürütmüstür. 1990'larin basinda Türkiye basta o zamanki adiyla Avrupa Güvenlik ve Isbirligi Konferansi, Avrupa Birligi ve NATO Ortaklik Konseyi olmak üzere pek çok uluslararasi örgütün bölgeye ilgisini çekmeyi basarmistir (Kramer, 1996: 4). Özellikle, bölgede kültürel agirligini koymayi basarmistir. Türk yazili ve görsel basininin bölgeye uzanmasinin yani sira her yil Türkiye'de egitim yapmasi için gelen Orta Asyali ögrenciler zaten var olan kültürel bagi güçlendirmektedir.

Etrafini saran bölgeler içinde belki de en istikrarsizi olan Kafkaslar'da meydana gelen olaylar Türkiye'nin dikkatini bu bölgede yogunlastirmasina yol açmistir. Gürcistan'da çikan etnik ve ayrilikçi hareketlerin, Daglik Karabag ve Çeçenistan çatismalarinin bölgedeki istikrari zedeleyecegi ve enerji güvenligini tehlikeye düsürecegi endisesi tasiyan Türkiye'nin bu konuda dikkat göstermesini gerektiren baska sebepler de vardir. Çatismalarin sinirina yakin cereyan etmesi ve çatismalara taraf olan gruplardan bazilariyla tarihi baglarinin bulunmasi sebebiyle istikrarsizligin Türkiye'ye de siçramasi tehdidi bulunmaktaydi. Bunlara ragmen Türkiye kararli bir sekilde tavrini korumus ve çatismalardan uzak durmayi basarmistir. Sayari Türkiye'nin çesitli gruplarin yogun kulis faaliyetlerine maruz kaldigini ancak çatismanin içine çekilmekten özenle uzak durdugunu anlatir (Sayari, 2000: 171). Türkiye bölgeyle ilgili girisimlerini yine çok uluslu platforma tasimis ve Kafkas Istikrar Pakti'nin imzalanmasinda büyük rol oynamistir.

Lawday, Türkiye'nin Arap Orta Dogu'yu, Balkanlar'i ve eski Sovyetlerin güneyini olusturan devletleri içine alan bir bölgenin kutup yildizi konumuna gelmek istedigini belirtmektedir. Yazar, Türkiye'nin ekonomik ve demokratik basarilari pek de parlak olmayan bir kusak içerisinde "Orta Dogu'nun Japonya'si" olmayi amaçladigini da ilave etmektedir (Lawday, 1991: 36). Türkiye'yi içinde oldugu etkin kilan çesitli özellikleri vardir. Bunlar arasinda en basta gelen Türkiye'nin sinir komsusu oldugu tüm devletlerle ve bunlardan baska yakin bulundugu çok sayida devletle tarihi, sosyal ve kültürel baglarinin bulunmasidir. Bu özellik, Avrupa devletleri ve A.B.D. ile olan çok boyutlu ortakliklarinin isiginda düsünüldügünde Türkiye'yi komsulari için sözü geçen bir aktör haline getirmektedir. Ikinci olarak, Türkiye'nin demokrasiye ve pazar ekonomisine geçis sürecinde olan ve ayni zamanda toplumsal yapilarinda da köklü degisikliklere gidecek devletlere yararli bir model olabilecegi argümanidir. Bu iki yorum birlikte düsünüldügünde Türkiye'nin bölgesindeki siyasi varliginin hem komsulari hem de bu bölgede istikrari ve demokrasiyi artirmak isteyen devletler için ne derece degerli oldugu anlasilir.

Türkiye'nin konumu itibariyle çesitli kültürlerle ortak özellikler tasimasinin küresellesmeyi kolaylastiran büyük bir etkisi vardir ve bu etki Sariaslan tarafindan kitalarin bulustugu bir yerde küresel bir pazar olmasi seklinde tanimlanmistir. Sariaslan'a göre küresellesme oldukça hizli bir sekilde yol almis olmakla beraber çok sayida ülkenin bütünlestigi bir "birlik" halini almaktan hâlâ çok uzaktadir çünkü teknolojik gelismelere ragmen kültürel farklar insanlarin akillarinda duvar örmeye devam etmektedir. Türkiye; Orta Asya, Kafkasya, Orta Dogu ve hatta Kuzey Afrika ülkelerine olan cografi ve kültürel yakinligi dolayisiyla bu bölgelere ulasmak isteyen Bati'li devletlere kültürel ve cografi köprü görevini yapabilir. Sariaslan'in bu degerlendirmeden çikardigi sonuç Türkiye'nin üç kitada küresellesmeyi kolaylastirici bir rol üstelenebilecegidir (Sariaslan, 1998).

Küresel Güvenlik Anlayisi ve Türkiye

1999 yilinda Washington'da toplanan NATO zirvesi ortaya koydugu yeni stratejik kavram dolayisiyla Türkiye için önem tasimaktaydi. Yeni kavrama göre, "5. Madde"nin kapsami disinda kalan pek çok görevin alti çizilmekteydi. Yeni görevleri Türkiye için anlamli kilan en önemli nokta, ittifakin agirlik merkezinin sinirlara dogru kaymakta oldugunu isaret etmeleriydi. Lesser NATO'nun mevcut senaryolarindan pek çogunun Türkiye'yi de içine alacak sekilde tasarlandigini belirtir (Lesser, 2000: 191). Bunun yani sira, yine son dönem NATO girisimlerinden biri olan Akdeniz Diyalogu NATO üyesi ülkeler ile Kuzey Afrika ve Orta Dogu'da üye olmayan yedi ülke arasindaki iliskileri gelistirmeyi hedeflemektedir. Ittifak'in Avrupa'nin güneyine yaptigi vurgu ölçüsünde Türkiye'nin de Ittifak içinde etkinliginin ve gücünün arttigi iddia edilebilir. Türkiye'nin Kuzey Atlantik Ittifaki'nda artan etkinliginin Avrupa güvenlik yapilanmasinin bütünü üzerinde etkisi olacagi kesindir. Avrupa Birligi'ne tam üyelik amacinin isiginda Ankara, NATO disinda kalan Avrupa güvenligini ilgilendiren olusumlar içinde de yer almayi hedeflemektedir. Türkiye'nin güvenlik kaygilari hem nicelik hem de nitelik bakimindan çesitli oldugundan komsu bulundugu bölgelerde ve Avrupa'nin genelinde güvenlik ve istikrari artirici her türlü önleme katkida bulunmayi ve bu konulardaki çabalarini çok tarafli platformlara tasimayi bu güvenlik tehditleriyle basa çikmanin en etkili yolu olarak görmüstür. Ayrica, Türk Silahli Kuvvetleri Birlesmis Milletler'in dünyanin dört bir yaninda düzenledigi baris operasyonlarina ve gözlemcilik misyonlarina imza atmis, çok zor görevlerin üstesinden gelerek dünya barisinin tesisi ve korunmasindaki kararliliklarini kanitlamislardir (Özkök, 2002).

Küresellesmenin etkisiyle pek çok kavramin tanimi yeniden yapilmaktadir. Ancak, güvenlik kavraminda yapilacak herhangi bir degisikligin etkisinin ve sonuçlarinin nispeten daha çok ses getirecegi süphesizdir. NATO tarafindan ortaya konan yeni stratejik kavram da güvenlik anlayisina boyut kazandirmistir. Daha önceleri Soguk Savas ortaminda güvenlik, ulus devletlerin fiziki sinirlariyla çizilmis hatlar içerisinde tanimlanmaktaydi ve askeri unsurlari agirlikli olarak içermekteydi. Yeni anlayis ise güvenlik kavramina insani bir yaklasimin sonucu olup ekonomik ve siyasi özgürlüklerin korunmasi, çevrenin korunmasi gibi konulari da kapsamaktadir. Yine de Clark'in da altini çizdigi gibi küresellesmenin güvenlik konusuna yaptigi katki ulus devletlerin önemini azimsar nitelikte degildir (Clark, 1999: 125). Burada söylenmesi gereken, güvenligin tesisinde devletlerin öneminin azalmadigi tam tersine gündeme yeni sorunlarin gelmesiyle devletlerden beklentilerin artmasidir. Bu anlayis içerisinde en fazla dikkati çeken konulardan birisi kitle halindeki insanlarin hareketidir. Kontrolsüz göçün tarihin her döneminde var olmakla beraber küresellesmenin etkileriyle yogunlastigini söyleyebiliriz. Içduygu ve Keyman küresellesmenin göçü olusturan sebepleri artirdigini anlatir (Içduygu ve Keyman, 2000: 386). Bretherton da göçün kendisinin küresel bir olay oldugunu söyler ve ulusal ve etnik farkliliklari ortadan kaldirma potansiyeli tasidigi için küresellesme tezinin bir parçasi kabul edildigini anlatir (Clark, 1999: 118). Göç konusu küresellesen dünyada yeni bir anlayisa kavusan güvenlik kavraminin Türkiye'deki yansimalari hakkinda ilginç bir örnek saglar.

Türkiye, sahip oldugu konum sebebiyle göç alan, göç kaynagi olan ve ayni zamanda da geçis ülkesi olma sifatlarini tasimaktadir. Bunlar içinde en fazla anlam tasiyan geçis ülkesi olma durumudur çünkü genellikle dogusunda bulunan daha fakir, kalabalik ve istikrarsiz ülkelerden gelip refah sahibi bati ülkelerine gitmeyi amaçlayan yüz binlerce insanin tercih ettigi bir istikamet oldugu anlamini dogurmaktadir. Orta Dogu'da bitmek bilmeyen çatismalarin ve huzursuzluklarin yani sira Avrupa Birligi'ne üye devletlerin gelen insan sayisini denetim altinda tutmak için benimsemeye çalistigi "Avrupa Kalesi" siyasetinin sonucu olarak Türkiye arada kritik bir konumda bulunmaktadir. Her ne kadar bu durumdan rahatsizligini her firsatta dile getirse de mevcut durum itibariyla bir tampon devlet konumunda olan Türkiye'nin konu karsisinda alacagi her tavir hem komsusu oldugu devletler hem de Avrupa'nin geneli için çesitli sonuçlar doguracaktir.

Göç örnegi Türkiye'nin dahil oldugu bölgeler ile olan iliskilerinde iki unsuru ortaya çikarmasi bakimindan anlam tasimaktadir. Bunlardan birincisi Türkiye'nin özellikle tarihi olarak göç yaratan ülkeleri barindiran dogusunda kalan bölgelerde istikrari tesvik eden bir devlet olmasidir. Soguk Savas süresince bir uç devlet olan Türkiye Soguk Savas sonrasi dönemde de istikrarsiz bölgelere olan komsulugu nedeniyle bu sifatini korumustur. Dolayisiyla, çevresinde istikrari koruma yönündeki tavri fiziki olarak komsusu bulunmayip siyasi sebeplerden bölgeyle ilgilenen devletler için Türkiye'nin degerli bir müttefik olarak anlamini artirmaktadir. Bu stratejik öneme bagli olarak da Türkiye komsusu olan devletler için dis dünyaya açilan bir kapi haline gelmektedir. Bu kadar çok bölgenin parçasi olmasina ragmen komsusu devletlerin hemen hemen tamamiyla iyi iliskiler kurabilen ve hatta Bati devletleriyle de çok yönlü baglantilari bulunan baska bir devlet yoktur. Sonuç olarak istikrari tesvik eder yöndeki siyasi tercihi Türkiye'yi hem kendisiyle ayni bölgede bulunan hem de bulunmayan devletlerin gözünde degerli bir partner yapmaktadir. Bunun yaninda Türkiye, bölgesinde istikrari tesvik etmekle kalmayarak bölgesel isbirligini amaçlayan yapilanmalara da katilmakta hatta bu olusumlarin basini çekmektedir. Bütün bu sebeplerden Türkiye'nin dogal bir lider olarak ortaya çiktigini söyleyebiliriz. Buna benzer bir yorum da Türkiye'nin yeni uluslararasi düzenin Orta Asya'da, Kafkaslar'da, Karadeniz Bölgesi'nde, Balkanlar'da ve Orta Dogu'da etki sahibi olan yeni bölgesel güçlerinden biri olarak kabul edildigini söyleyen Heinz Kramer'den gelmektedir (Kramer, 1996).

Enerji Yollarinin Kavsaginda Türkiye

Dünyadaki degisimi tetikleyen sebeplerden en basta geleni hiç kuskusuz ekonomideki yeniliklerdir. Özellikle üretim araçlari ve metodlarindaki gelismeler baslangiçta akillara hiç gelmeyecek alanlarda etki dogurabilir. 20. yüzyil bu yoruma örnek olabilecek pek çok olaya taniklik etmis bulunsa da bunlardan en çarpicisi enerji sektöründe meydana gelmistir. Yüzyilin ortalarina kadar gelisen endüstrilerin vazgeçilmezi olan kömür yerini petrole birakmis, bunun sonuçlari da bu hammaddeler açisindan zengin olan ülkelerin dünya siyasetini önde gelen devletlerini gözündeki startejik önemlerinin yeniden tanimlanmasiyla sonuçlanmistir. Bugünkü durumda, Bati, sanayisini güçlü tutmak için petrol zengini Dogu'ya bagimlidir. Sovyetler Birligi'nin dagilmasinin ardindan Hazar Denizi'nde ve yeni kurulan Orta Asya devletlerinde var olan petrolü ve dogal gazi isletebilme beklentileri hammadde bakimindan istikrarsiz Orta Dogu devletlerine bagimli kalmak istemeyen Bati devletlerinin dikkatlerinden kaçmamistir. Orta Asya devletleri ve Hazar Denizi'nden çikarilacak petrol ve dogal gazin Bati'ya tasinmasi için çesitli güzergahlardan bahsedilirken Türkiye de essiz cografi konumunun avantajlarini bir kez daha yasamistir.

Türkiye'nin bölgesinde bu derece etkin bir oyuncu olma çabalarinin ardina yatan nedenlerden biri Laurent Ruseckas'a göre Hazar Bölgesi'nin önemli bir enerji kaynagi oldugunun anlasilmasi ve ayni zamanda Türkiye'nin dogal gaz ihtiyaçlarinin artmasidir. Ruseckas, Türkiye'nin Hazar kaynaklarinin bölgede siyasi ve ekonomik etki elde etmek isteyen Rusya, Iran ve kendisi arasinda çikar çatismalarina yol açacagini ve bu çatismadan Türkiye'nin daha etkin bir güçle çikmasi durumunda Dogu – Bati arasinda bir enerji koridoru haline gelerek Avrupa ve Amerika'nin gözündeki stratejik öneminin artmasini saglayacagini düsündügünü iletmektedir (Ruseckas, 2000).

Türkiye enerji alanindaki hedeflerine ulasmak için Hazar devletleriyle ve özellikle Azerbaycan'la yakin iliskiler gelistirmistir. Hazar enerjisini Türkiye ve Bati Avrupa'ya tasiyacak boru hatlarinin insasi için yogun çabalar harcamistir. Üretici ve komsu devletlerin, Bati'li petrol sirketlerinin ve A. B. D.'nin yani sira yeni boru hatlarinin güzergahinin belirlenmesi sirasinda söz sahibi olmak için faaliyetlerde bulunmustur. Özellikle 1990'larda çabalarini Amerika nezdinde yürüten Türkiye, Amerika'nin destegini almakta basarili olmustur. Bunun ardinda yatan en büyük neden Amerika'nin Rusya'nin Hazar Bölgesi'nde etkisini artirmasini engellemek istemesidir. Kafkas enerjisi konusunda Türkiye önemli aktörlerden biridir. Bölgede en hizli büyüyen dogal gaz pazarina sahip oldugu için Türki devletlerden, Rusya'dan ve hatta Iran'dan yeni kaynaklar bulmakta zorlanmamaktadir. (Sayari, 2000: 171)

Türkiye yakin gelecekte enerji kaynaklari bakimindan disariya bagimli Avrupa devletleri ve petrol ve dogal gaz ihracatçisi Orta Asya, Orta Dogu ve Kafkas devletleri arasinda bir enerji köprüsü olmak gibi kritik bir hedef belirlemistir. Bu hedefi gerçeklestirmek için de bir dizi projeye imza atmistir. Bunlarin arasinda en önemlisi hiç süphesiz Bakü – Ceyhan petrol boru hattidir. Bu proje 120 milyon ton kapasitesiyle Ceyhan'i dünyanin en önemli terminallerinden biri yapacaktir. Ayrica Türkiye pek çok dogal gaz boru hatti projesine de imza atmistir. Bunlardan birisi Türkmen gazini Türkiye'ye ve oradan da Avrupa'ya tasiyacak olan projedir. Buna ilaveten Rus dogal gazini Türkiye'ye tasiyan Mavi Akim projesi yakin zamanda meyve vermis ve ilk akim saglanmistir. Bu projenin daha sonra kapsaminin genisletilmesi planlanmaktadir. Bunlarin sonucu olarak Türkiye önemli bir boru hatlari aginin merkezi konumuna gelecektir (age.)

Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatti projesi Bakü'nün Hazar kiyisinda bulunan Azeri petrolünü Gürcistan'in baskenti Tiflis'e deniz yoluyla götürülmesinin ardindan Türkiye'nin Akdeniz kiyisinda bulunan Ceyhan'a kadar tasinmasini hedeflemektedir. Bu projeden Türk ve Amerikan stratejistlerinin ortak beklentisi bu üç ülkenin birbirlerine siki baglarla baglanmalari, Türkiye'nin enerji kaynaklarinda Rusya'ya mevcut bagimliliginin azaltilmasi ve Iran veya Rusya'nin bölgede baskin güç olarak ortaya çikmasinin önüne geçilmesidir. (Gorvett, 2001: 31) Ruseckas'ya göre petrolün hangi yönden akacagi sorusu bölgenin uzun vadede yönlenecegi jeopolitik hedefin belirlenmesinde kritik, hatta belirleyici bir degiskendir (Ruseckas, 2000: 219). Bu bakimdan, Bakü – Ceyhan boru hattinin tamamlanmasinin ardindan bölgenin küresel ekonomiye ve uluslararasi sisteme entegre olacagini söyleyebiliriz. Jon Gorvett'in bildirdigi gibi Amerika ve çok sayida çok uluslu petrol sirketi Bakü – Ceyhan hattina umut baglamis bulunmaktadir. Tam kapasitede çalismasi durumunda Orta Asya ve Hazar petrolünü tasiyacak BTC boru hatti dünya petrol kaynaklari üzerinde Körfez Bölgesi'nin sahip oldugu tekeli kiracaktir. (Gorvett, 2002: 38)

Iskit'e göre bölge kaynaklarini Rusya'dan geçen hatlarin disinda tasiyacak yeni arayislara gidilmesini tesvik edecek çesitli sebepler bulunmaktadir. Ilk olarak Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan gibi ihracatçi ülkelerin Rusya'ya olan bagimliliklarini azaltmaya çalismalari bu hatlarin daha uzun süre kullanimini onlar için kabul edilemez kilmaktadir. Yine Iskit'in aktardigina göre alternatif ya da ilave boru hatlarinin aranmasinda fiziki, ekonomik ve çevresel faktörlerin disinda rol oynayan bir baska sebep de Rus boru hatlarinin çogunun Sovyetler Birligi döneminden kalmis olmasi ve yenilenmelerinin gerekmesidir. Bu, yüksek maliyetli bir girisim olmasi sebebiyle simdiye kadar basariya ulasamamistir (Iskit, 1996). Ayrica Kazak ya da Azeri ham petrolünün tasinabilmesi için Rusya'nin kendi petrolünü Bati'ya tasiyan ana terminali olan Karadeniz kiyisindaki Novorosisk limaninin yine çok yüksek maliyetlerle kapasitesinin artirilmasi ya da yeni bir liman insa edilmesi gerekmektedir. Mine Eder'in anlattigi bir baska önemli konu da, bu limandan petrol yüklenen tankerlerin Bati'ya geçmek için Istanbul ve Çanakkale Bogazlari'ni kullanmakta olusudur. Ancak, Bogazlar'in artacak tanker trafigini kaldirabilmesi imkansiz görünmektedir (Rubin ve Kirisçi, 2002, 339 – 340).

Türkiye doguda komsu oldugu bölgelerden kaynaklanan petrol ve dogal gazi Bati pazarlarina tasimak için ideal bir konumda bulunmaktadir. Örnek olarak Türkmen gazinin Bati Avrupa'ya tasinmasinda en uygun olan hat ister Iran'dan gelsin ister Hazar Denizi'nin altindan Azerbaycan ve Gürcistan'dan geçsin Türkiye ve Balkanlar'dan transit geçen hattir (Iskit, 1996: 5). Güvenen'e göre de Türkiye zengin enerji kaynaklarinin tasinmasi için "dogal bir güzergahtir." (Güvenen, 1999 – 2000: 2) Dogu – Bati ve Kuzey – Güney dogrultularindan geçen yollarin kavgasinda bulunmasi Türkiye'nin stratejik önemini artirmaktadir.

Türkiye'nin bölgenin petrol ve dogal gaz kaynaklarinin kullanilmasinda ve tasinmasindaki çikari barizdir. Öncelikle Orta Asya ve Kafkas devletlerini bagimsizliklarini ve refahinin korunmasinda stratejik çikari bulunmaktadir. 9. Cumhurbaskani Demirel bu konuda söyle bir yorumda bulunmustur: "Dogal gaz ve petrol zengini bu bölgeyi yalnizca bir enerji kaynagi olarak degil istikrarin bir parçasi olarak görüyoruz. Avrupa Toplulugu'nun kurucularinin kömürü Avrupa için baris ve istikrar kaynagi olarak görmesi gibi biz de bölgemizde petrol ve dogal gazin ayni amaca hizmet ettigini düsünüyoruz." (Iskit, 1996: 8)

Daha belirgin çikarlara gelince, ülkesinden geçen boru hatlarindan alacagi geçis ücretinin yani sira, rafinerileri için düsük maliyetli ham petrol ve tüketicileri için dogal gazi garantiye alacak ve ayrica Türk firmalarinin önemli is anlasmalari imzalamasini saglayacaktir. Amaçlarina ulasabilmesi için Türkiye'nin pek çok avantaji vardir. Eder'in aktardigi gibi "Türkiye'nin jeopolitik konumu bölge politikalarinda önemli bir rol oynamasina imkan vermektedir, öte yandan iç enerji ihtiyaçlari da böyle bir rol oynamasini gerekli kilmaktadir." (Rubin ve Kirisçi, 2002: 350) Türkiye'nin istikrarli iç yapisi, Avrupa Birligi ve A.B.D. ile olan saglam baglari ve bölge ülkeleri ile gelisen iliskileri de kendisinin bu alanda önde gelen bir devlet olmasini saglamaktadir.

Sonuç

Bu çalismada küresellesen dünyada Türkiye'nin yerini neresi oldugu sorusuna bir yanit bulmak hedeflenmistir. Bu amaçla Türkiye'nin çevresini saran bölgeler ve dünya siyasetinin önde gelen devletleriyle olan iliskilerine çesitli açilardan bakilmis ve Türkiye'nin uyguladigi politikalarin etkileri anlasilmaya çalisilmistir. Sirasiyla Türkiye'nin demokrasi ve pazar ekonomisine geçis sürecindeki devletler için bir model olusturabilecegine, bölgesinde istikrar ve barisi koruyup artirmak isteyen bir aktör olduguna, yeniden tanimlanan tehdit kavraminin isiginda dünya güvenligine katkida bulunduguna ve enerji yollarinin kavsagindaki kritik konumuna deginilmistir. Bu analizlerden çikan sonucu Türkiye'nin bölgesinde lider, küresel alanda etkin bir takim oyuncusu oldugu seklinde özetlemek mümkündür. Türkiye, dünya siyasetine sekil veren diger devletlerce pek çok kilit bölgede reform ve istikrarin tesisinde degerli bir ortak olarak degerlendirilmektedir. Bunu mümkün kilan sebepler; Türkiye'nin cografi ve tarihsel baglarla çok sayida bölgeye bagli olmasi; bölgesel düzeyde diplomatik, ekonomik, askeri faaliyetlerini sürdürme potansiyelini artirmasi ve isbirlikçi bir tutum izlemesidir.

Nachmani, "Türkiye geçmiste NATO'nun güney ucunda olsa da simdi etnik, dini ve enerjiyle ilgili firtinalarin merkezindedir" yorumunu yapmaktadir (Nachmani, 1999: 18). Türkiye bölgesel ve uluslararasi istikrara katkida bulunacak kapasiteye sahiptir. Önümüzdeki on yilda Türkiye'yi küresellesen dünyada ait oldugu saygin yerde görmek Türk halki için oldugu kadar tüm dünya halklari için de olumlu sonuçlar doguracaktir.

KAYNAKÇA

Baylis, John ve Steve Smith (der.) The Globalization of World Politics. 2001, Oxford Üniversitesi Yayinlari: New York.

Clark, Ian. Globalization and Fragmentation: International Relations in the Twentieth Century, 1997, Oxford Üniversitesi Yayinlari: New York.

_________. Globalization and International Relations Theory. 1999, Oxford Üniversitesi Yayinlari, Oxford.

Divak Yayinlari. Turkey and the World 2010-2020: Emergence of a Global Actor No. 1, 1998, Cem Ofset, Istanbul.

Freedman, Robert O. "Putin and the Middle East" Demokratizatsiya, Güz 2002, Sayi.10, No. 4, ss. 509 – 528.

Fuller, Graham E. ve Ian O. Lesser vd. Turkey's New Geopolitics, Boulder, co: Westview/RAND, 1993.

Gorvett, Jon. "Turkey Plays Big Brother to Azerbaijan in Opening Skirmishes Over Control of Caspian Resources." Washington Report on Middle East Affairs, Kasim 2001, Sayi. 20, No. 8, s. 31.

__________. "Pipeline dreams? After years of debate it seems the $3 billion Baku-Tblisi-Ceyhan oil pipeline project will go ahead, or will it? Some industry experts remain unconvinced." The Middle East, Kasim 2002, ss. 38 – 40.

Güvenen, Orhan. "Turkey's Medium and Long-Term Strategic Objectives: TR 2007/15 - TR 2017/9" Perceptions: Journal of International Affairs, Aralik 1999 - subat 2000, Sayi. 4, No. 4.

Içduygu, Ahmet ve E. Fuat Keyman. "Globalization, Security, and Migration: The Case of Turkey" Global Governance, Haziran-Eylül 2000, Sayi. 6, No. 3, s. 383.

Iskit, Temel. "Turkey: A New Actor in the Field of Energy Politics?" Perceptions: Journal of International Affairs, Mart - Mayis 1996, Sayi. 3, No. 4.

Kramer, Heinz. "Will Central Asia Become Turkey's Sphere of Influence" Perceptions: Journal of International Affairs, Mart - Mayis 1996, Sayi. 3, No. 4.

Lawday, David. "Turkey aims to be a Middle East Japan: it was a winner in the gulf war. Now it wants to be the model for its handicapped neighbors" U.S. News & World Report, Temmuz 29, 1991 Sayi. 111, No. 5 ss. 36 – 38.

Lesser, Ian, O. "Turkey in a Changing Security Environment" Journal of International Affairs, Güz 2000, Sayi. 54, No. 1, s. 183.

McGrew, Anthony G. ve Paul G. Lewis vd. Global Politics: Globalisation and the Nation State, 1992, Polity Yayinlari: Birlesik Krallik.

Nachmani, Amikam. Turkey in the Wake of the Gulf War: Recent Histoy and its Implications, Begin – Sadat Center for Strategic Studies <http://www.biu.ac.il/SOC/besa/index.html> adresinden son kontrol edildigi tarih: 29.12.2002.

Naim, Moises. "Post-terror surprises: one consequence of September 11 is the emergence of a more sobering, less naive understanding of globalization" Foreign Policy, Eylül-Ekim 2002, ss. 96 – 98.

Özkök, Hilmi. "The Role of the Turkish Land Forces in the Changing World" NATO's Nations and Partners for Peace; Uithoorn, 2002, No. 1, ss. 98 – 101.

Robins, Phililp. Turkish Foreign Policy, Begin – Sadat Center for Strategic Studies

http://www.biu.ac.il/SOC/besa/index.html> adresinden son kontrol edildigi tarih: 29.12.2002.

Rubin, Barry ve Kemal Kirisçi (der.) Günümüzde Türkiye'nin Dis Politikasi. 2002, Bogaziçi Üniversitesi Yayinevi, Istanbul.

Ruseckas, Laurent. "Turkey and Eurasia: Opportunities and Risks in the Caspian Pipeline Derby" Journal of International Affairs, Güz 2000, Sayi. 54, No. 1, s. 217.

Sariaslan, Halil. "A global market where continents meet: Turkey" Turkish Daily News-ee, Makale Bölümü, 6 Agustos 1998.

Sayari, Sabri. "Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era: The Challenges of Multi-Regionalism" Journal of International Affairs, Güz 2000, Sayi. 54, No.1, s. 169.

Smith, Martin A. ve Graham Timmins. "The EU, NATO and the Extension of Institutional Order in Europe" World Affairs. Güz 2000, Sayi. 163, No. 2, ss. 80 – 89.

(1) Ian O. Lesser "Bridge or Barrier? Turkey and the West After the Cold War" Fuller ve Lesser (der.) Turkey's New Geopolitics: From the Balkans to Western China içinde, ss. 99 – 131.

(2) Küresellesmenin dünya siyasetine yaptigi olumlu ve olumsuz etkilerin titiz bir çalismasi için bkz. Jan Scholte, John Baylis ve Steve Smith (der.) The Globalization of World Politics, 2001, Oxford Üni. Yay

(3) Bu konuda sözü geçen dönemde yapilmis bir yorum için bkz. 21 Mart 1992 tarihli The Economist.


GENISLEME ESIGINDE AVRUPA BIRLIGI, Kivanç Ergu

Uluslararasi Hukuk'un temel aktörlerinden hareket ederek Avrupa Birligi'ni degerlendirdigimizde, hiçbir klasik tanimlamanin birligi tam olarak içine almadigini görüyoruz. Birlik, karar alma sürecine bir çok alanda egemen olan uluslarüstü mekanizmalari nedeniyle klasik bir uluslararasi örgüt olarak tanimlanamazken, bir federasyonun, konfederasyonun ya da bir devletin özelliklerini de tam olarak yansitmaktan uzak görünüyor. Avrupa'daki bütünlesme hareketini degerlendirirken birligin bu kendine özgü yapisinin gözden kaçirilmasi, özellikle basinda birçok temelsiz yorum ve elestiriyi de beraberinde getiriyor.

Avrupa Konseyi, Bati Avrupa Birligi, Gümrük Birligi gibi birçok girisimin içinde yer alan Türkiye'nin, Avrupa Birligi'ne üye olmakta bu kadar güçlük çekmesinin bir nedeni de, birligin içerisinde büyük farkliliklarin birarada bulunmasina izin vermeyen bu spesifik yapi. Bunun en büyük kaniti, birligin, hiçbir uluslararasi örgütte rastlamadigimiz boyutta bir ekonomik ve sosyal uyum politikasina sahip olmasi. Bölgesel uyum politikasi, gayri sâfi millî hasila ve de issizlik orani gibi belirli kriterlerden yola çikarak, birligin ortalama ekonomik düzeyine kiyasla geride olan bölgelerin tespit edilmesi ve bu bölgelere çesitli fonlarin aktarilmasini kapsiyor. Günümüzde bu politikadan en çok yararlanan dört ülke Irlanda, Ispanya, Portekiz ve Yunanistan.

Söz konusu ekonomik kriterlerden yola çikarak yakinda Avrupa Birligi üyesi olacak ülkeler incelendiginde (Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan vs), bu ülkelerin tamaminin fon aktarimina ihtiyaci olan bölgeler kapsamina girdigini görüyoruz. Ülke nüfusu da göz önünde bulunduruldugunda, bölgesel politikadan en çok yararlanan üye olan Irlanda'nin genisleme sürecine sicak bakmamasinin en önemli nedenlerinden biri de yardim fonlarini yeni üye ülkelerle paylasmak zorunda kalacak olmasi. Bu durumda, Avrupa Birligi, genislemeden önce, kendi bünyesindeki bazi politikalari yapisal bir reformdan geçirmek zorunda gibi görünüyor. Bölgesel uyum politikasi disinda birligin yeni yeni gelismekte olan güvenlik ya da çevre gibi alanlardaki politikalari da aslinda belirli bir ekonomik seviyenin üzerinde bulunan ülkelerdeki toplumsal kaygilarin dogurdugu politikalar. Bu alanlardaki çalismalarin henüz bir öncelik olusturmadigi aday ülkelerin gelisme kaydetmeleri için atilan adimlarin yaninda, Avrupa Birligi de kendi politikalarini genisleme sürecinde yeniden gözden geçirmeye basliyor. Bu baglamda, ortak tarim politikasi, çevre ve enerji alanindaki politikalar ve de sosyal politikalarin bir takim degisikliklere ugramasi söz konusu.

Bu politikalar yaninda, hiç süphesiz, birligin temel karar organlarinin da kurumsal reformlara ihtiyaci var. Yirmi komiserden olusan ve de su anki olusumuyla bile agir bir bürokratik makine olmakla elestirilen Komisyon'un, otuzun üstünde komiseri kapsadiginda etkin olarak çalisabilmesi bu reformlarin genisleme öncesi gerceklestirilmesine bagli. Bakanlar Konseyi'nde en çok basvurulan oy sistemi olan "nitelikli çogunluk" sistemi de su anda on bes aday ülkenin ekonomik ve demografik özelliklerine göre belirlenmis durumda. Bu sisteme göre, Almanya'nin on, Lüksemburg'un ise iki agirlikli oyu var. Rakamlara bakildiginda Almanya avantajli gibi görünse de aslinda Lüksemburg daha avantajli bir konumda yer aliyor, çünkü ülkelerin nüfusu da hesaba katildiginda, Almanya'nin sekiz milyon vatandasi Lüksemburg'un iki yüz bin vatandasiyla esit oranda temsil edilmis oluyor. Bu nedenle büyük ülkelerin su anki haliyle memnun olmadiklari bu oy sisteminin, bazi adaylarin da birlige girmesinden sonra nasil degistirilecegi, Nice zirvesinin en çekismeli tartisma konularindan birini olusturmustu.

Genisleme sürecinin beraberinde getirdigi tüm bu zorluklara ragmen Avrupa Birligi yeni üyelere açilmakta kararli görünüyor. Genislemeyle birlikte, Dünya Ticaret Orgütü gibi uluslararasi örgütlerdeki agirligi artacak olan Avrupa Birligi'nin ortak pazari da milyonlarca yeni tüketiciye acilmis olacak. Genislemenin artilarinin farkinda olan Avrupa Birligi, Türkiye disindaki tüm aday ülkelerle adaylik görüsmelerini sürdürüyor.

Bir ülkeyle resmî adaylik görüsmelerinin baslatilmasinin temel sarti olan politik kriterlerin henüz yerine getirilmemis olmasi Türkiye'nin önündeki en önemli engel gibi görünüyor. Söz konusu kriterler; ülkede demokrasiyi, hukukun üstünlügünü, insan haklarini ve de azinliklarin korunmasini garanti altina alan istikrarli kurumlarin varligini kapsiyor. 09 04 2002


Tarih
Ankara anlasmasi 12 Eylül 1963'te imzalandi. 23 Nisan 1973'te ise Katma Protokol imzalanmisti.

Gümrük Birligi için ise ülkemiz 1 Ocak 1996'yi beklemesi gerekti. Bu yilin Aralik ayinda Helsinki'de yapilacak Avrupa Birligi Devlet ve Hükümet Baskanlarinin yapacagi toplantida Türkiye için yeni bir perspektif hazirlaniyor.

Disisleri Bakanimiz Ismail Cem çok ümitli olmasa bile Yunanistan'in vetoyu kaldirmasi durumunda Türkiye'nin aday üye olmasi mümkün gibi gözüküyor.

Türkiye'nin insan haklari, demokrasi, ekonomik, kültürel ve diger nedenlerden dolayi AT'a aday üye olmasi engellenirken geçmiste Ispanya, Portekiz ve komsumuz Yunanistan ayni tipten problemlerini Avrupa Birligi'ne aday üye olduktan sonra çözebilmislerdi.

Türkiye ve Yunanistan'da ki son depremler her iki halkin birbirine daha olumlu baktigi bu dönemde her iki ülkenin yöneticileri birbirlerine en içten iyi duygularla yaklasip geçmisteki düsmanligi bir kenara itmelidirler. Böylece Türkiye, Avrupa kapilarini açmis olacak, yillardir hakki olan ödenekleri almaya baslayacaktir.

Avrupa Birligi'ne aday üyeler ve Türkiye
Türkiye
Polonya
Macaristan
Çek Cum.
Slovakya
Estonya
Slovenya
Lethonya
Litvanya
Bulgaristan
Romanya
Nüfus (milyon) 63,2 38,7 10,2 10,3 5,4 1,5 2,0 2,5 3,7 8,4 22,7
GSYIH (1998, milyar $) 199,2 157,7 47,7 55,1 20,2 5,2 19,8 6,4 10,7 12,3 41
Kisi basina GSYIH ($) 3.224 4.075 4.676 5.350 3.741 3.447 9.899 2.560 2.892 1.464 1.806
1000 kisiye düsen telefon 250 194 304 318 259 321 364 302 305 323 167
Büyüme (GSYIH, %)* -2,5 3,5 3.9 -1,2 1,5 0,5 2,7 1,0 2,5 -1,5 -3,0
Enflasyon 60 7,0 9,9 4,0 9,0 4,0 5,6 3,0 3,0 5,0 45,0
Yabanci yatirimlar (milyar $) 25,05 32,2 19,2 19,2 1.8 1,4 4,0 1,8 1,4 2,0 4,0
Döviz rezervleri (milyar $) 24,05 26,3 9,8 12,0 2,8 0,7 3,4 1,1 1,2 2,3 0,9
Ticaret dengesi (milyar $) -14.5 6.1 -1.55 0.02 -669 -326 -431 -387.5 -2.84 -357.4 -0.49
* 1999 tahmini

Avrupa Birligi Komisyonu'nun Türkiye raporu resmen açiklandi.

Avrupa Birligi Komisyonu'nun Türkiye raporu resmen açiklandi. Raporda, ''Türkiye, aday ülke olarak kabul edilmelidir. Ancak siyasi kriterleri tatmin edilir olmadikça tam üyelik görüsmelerine baslanamaz" denildi. Rapor, Türkiye'nin Topluluga adayliginin da ele alinacagi Helsinki Zirvesi öncesinde, en önemli asamalardan biri olarak kabul ediliyordu.

AB Komisyonu, Türkiye raporunda, AB Konseyi'ne, Aralik ayinda yapilacak olan Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adayliginin resmen taninmasini önerdi. Komisyon raporunda, ''AB'ye aday ülke olma arzusunu ifade eden Türkiye'nin artik aday kabul edilmesi gerekir'' ifadesine yer verildi ve müzakereler baslayincaya kadar, Türkiye'nin tam üyelige hazirlanmasi için bazi önlemleri almasi gerektigi vurgulandi. Komisyon'un önerileri arasinda, insan haklari konusunun yani sira siyasi diyalogun yogunlastirilmasi, tam üyelige hazirlik kapsaminda AB'nin tüm mali yardimlarinin bir çerçevede koordine edilmesi, Türkiye'ye, AB programlarina tam katilim olanagi verilmesi, bir izleme mekanizmasi olusturulmasi, Türkiye'deki yasalarin ve uygulamalarin AB'ye uyumlu hale getirilmesi için bir süreç baslatilmasi bulunuyor.

Sonuç bölümünde ayrica Türkiye'de geçen aylarda demokratik alanda ümit verici adimlar atildigi, hükümet ve parlamentonun, adli sistem ve insan haklarinin korunmasi, siyasetin düzene sokulmasiyla ilgili bazi yasalar üzerinde çalistiklari, bu gelismelerin sonuçlarini degerlendirmek için erken oldugu ifade edilidi.

- Atatürk - Medya - Spor - Tüketici Haklari - Konuk - AT - Ekonomi - Arkasi Yarin - Yasam Çizgileri - Bize yazmak için

- Insan Kaynaklari - Home